Çoğu okurun bu soruya hayır cevabını vereceğini biliyorum Kemalizmin, Arap Basçılığıyla sıkı bir dayanışma içinde olduğu ve bunun için Esad’a açıktan destek sunduğu, liderliğini yaptığı partinin mensubu milletvekillerinin Şam’a ziyaretler gerçekleştirdiği bir dönemde Kılıçdaroğlu’nun, tutup da Arap Baasçılığı adına işlenmiş bir katliam mekanını ziyaret etmesi elbette beklenemezdi.
Bağdat’a yola çıkarken, gezi programında ne Kürdistan Federe Bölgesini ne de bütün dünyada en çok ziyaret edilen mekanlardan biri olan Halepçe anıtını ziyaret etmek vardı.
Irak’taki Kürt siyasi varlığını ve Kürtler’in yaşadığı coğrafyayı yok sayan bir gezi programı söz konusuydu.
Kılıçdaroğlu hatırlanacağı gibi, daha önceleri Sosyalist Enternasyonal toplantılarında karşılaştığı Irak Cumhurbaşkanı Talabani tarafından birkaç kez Irak’a davet edildi, ama bu davetlere icabet etmedi.
Ziyaretin Talabani’nin hasta ve Almanya’da tedavi gördüğü bir zamana denk getirilmesi ise çok manidar.
Talabani elbette Türkiye’de bir Kürt lider olarak tanınıyor ve bu siyasi kimliği, Irak cumhurbaşkanlığı kimliğinin de ötesinde bir anlam taşıyor.
Talabani, Kemalist kesimin hakkında hiç de iyi şeyler düşünmediği bir Kürt lider.
Dolayısıyla Kılıçdaroğlu’nun Talabani’den gelen daveti kabul etmesi zaten mümkün görünmüyordu.
* * *
Kürdistan Federal Bölgesi, siyasi ve ticari hatta kültürel amaçlarla son yirmi yıl içinde ziyaret edilen, ilgi duyulan dünyanın belki de en ilginç bölgelerinden biridir.
Ama Kemalistler ve solcular, bu bölgede olup bitenleri hiç merak etmedikleri gibi, görmezlikten gelmeyi, yok saymayı tercih ettiler.
Kemalistler Türkiye’de olduğu gibi, Türkiye’nin arka bahçesinde ve yine Kürt sorununda olup bitenleri görmezlikten geliyorlar.
Bu tutum, bugünkü Bağdat hükümetinin de hoşuna gidecek bir tutumdur.
Çünkü, yeni Irak anayasasının Kürtler’e federal bir statü tanımış olmasına ve bu fiili durumun aslında 1990’lı yıllardan beri geçerli olmasına rağmen, Arap liderlerin bu realiteyi içlerine bir türlü sindiremedikleri bir gerçektir.
Bölgesel hükümetin imza attığı petrol anlaşmalarını Irak hükümeti tanımıyor ve bu konuda yaşanan gerilim zaman zaman peşmergelerle Irak ordu güçlerini karşı karşıya getiriyor.
Maliki Kılıçdaroğlu’na Türkiye’nin terörist gruplara verdiği destekten yakınmış.
Fakat, Türkiye ve Irak arasındaki soğukluğun sebebi hiç de bu değil.
Türkiye ile ilişkiler söz konusu olduğunda Maliki hükümetinin, başta Suriye ve Kürt konusu olmak üzere, Türkiye’nin izlediği politikalardan rahatsızlık duyduğu bir gerçek.
Türkiye-Irak ilişkilerinin merkezinde Kürt sorunu var.
Türkiye, Iraklı Kürtlere ta Özallı yıllardan başlayarak destek verdi. Şimdiki hükümet bu desteği stratejik ittifaka dönüştürdü. Türkiye’nin bu tutumu, Arap milliyetçilerini hep rahatsız eden bir tutum oldu.
Öte yandan, Irak ve Şam arasındaki ilişkiler, Saddam dönemiyle kıyasla bugün altın çağını yaşıyor.
Saddam ve Baba Esad’ın yıldızları hiçbir zaman barışmadı. Oysa her ikisi de Baas Partisi’nin ve dolayısıyla seküler Arap milliyetçiliğinin önemli temsilcileriydi.
Ortak bir ideolojinin barıştıramadığı bu iki ülke, şimdi mezheple belirlenen bir kimlik etrafında müttefik hale geldiler.
Anadolu Aleviliği Şii inancıyla bir ve aynı şey mi bu ayrı bir konu, ama CHP bu farklı iki mezhepsel inancı aynılaştırıyor ve bu aynılaştırma üzerinden istismara dayanan bir siyasi kullanım alanı yaratıyor. Bu elbette ne Şam’daki ‘Kimyasal Eset’in’ ne de Irak’ı diktatörlükle yönetmek isteyen, iktidarına Şii halktan bile yeteri kadar destek bulamayan Maliki yönetiminin ret edeceği bir şey değil.
İkinci Halepçe’nin 25 yıl sonra Şam’da ve CHP’nin arkasında durduğu bir diktatör eliyle gerçekleştiği bir dönemde, kimse Kılıçdaroğlu’ndan Erbil’i ziyaret etmesini, oradan Halepçe’ye geçip 25 yıl önce Saddam’ın kimyasal silahlar ve zehirli gazlarla katlettiği beş bin Iraklı Kürt’ün anıtına karanfil bırakmasını beklemiyordu.
Dersimli bir Alevi-Kürt olarak, Irak’a gitmek ama Erbil’e ve Halepçe’ye gidememek insani manada Kılıçdaroğlu için de trajik bir durum olsa gerek.