Bu ifade, son olarak MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin grup konuşmasında geçti.
Bir gazeteci için.
Abdülkadir Selviiçin.
Selvi, referandum tartışmaları içinde, Ak Parti'nin MHP ile birlikteliğinin Kürt oyları nasıl etkileyeceğini tahlil ediyor. Şöyle diyor:
“AK Parti açısından MHP iki ucu keskin bıçak. Çünkü AK Parti’nin çok önemli bir Kürt seçmeni var. Kürtlerden oy alan iki parti var. Biri HDP, diğeri AK Parti. AK Parti önemli oranda Kürt seçmene sahip olduğu için MHP ile mesafesinde dikkatli olması lazım.”
Bu değerlendirmeler MHP'yi rahatsız edebilir mi, eder.
Tepki gösterilmesi anlaşılır mı, anlaşılır.
Peki eleştiriyi “Kılıç artığı” gibi bir hakarete vardırmak kabul edilebilir mi?
Hayır. Belki olay, “Bahçeli boyutu”nda kaldığı için kamuoyunda yeterli tepkiyi görmemiş olabilir.
Ne demek “Bahçeli boyutu”?
“Bahçeli boyutu”işte.
Benzeri bir sözü, mesela Cumhurbaşkanı'nın, Başbakan'ın bir gazeteci için kullandığını düşünün. Ne olurdu?
Bahçeli belki “kendi boyutu”nu dikkate aldığı için böyle bir hakareti fütursuzca kullanıyor. Ama hayır, bu tepki görmeli.
Bu siyasetçi - gazeteci ilişkisi değil.
Bu, siyasetçinin birbiri ile ilişkisi bile değil.
Bir partinin TV'lerden canlı verilen bir grup toplantısında parti başkanının kullanabileceği hak çerçevesinde değil bu hakaretler. Ağzına geleni söyle. Hatta böyle “Kılıç artığı” gibi insafsızca, haysiyet cellatlığı niteliğindeki lafları da söyle.
“Kılıç artığı”ifadesinin özel bir hakaret olsun diye seçildiğini görüyoruz. Bu “Yalancı, şu bu...” gibi bir hakaret değil bu. “İhanet” suçlamaları bile kullanıla kullanıla yalama olmuş haliyle, bu “seçilmiş” hakaretten daha masum kalıyor. Bu, gazetecinin düşüncesinden yola çıkılarak yapılmış bir hakaret de değil. Hani hiçbir türü kabul edilmez hakaretin ama orada bile bir sınır olmalı, diye düşünüyor insan.
Bu, Abdülkadir Selvi'ye yönelik bir “ön yargı”nın, siyaset kürsüsünden seslendirilmesi.
“Kılıç artığı”ifadesinin anlamına bakın. “Düşman” bellediğiniz bir varlığı (bir toplumu, bir inanç grubunu, bir orduyu) kırıyorsunuz, geriye kılıçlardan kurtulan ve size boyun eğen bir insan topluluğu kalıyor. Onlar kılıç artığı.
“Sözlükler” Türkiye bağlantılı bazı somut örnekler veriyorlar, onları almak istemiyorum.
Ama Bahçeli'nin “Kılıç artığı” ifadesini, o somut örneklerden yola çıkarak seslendirdiğinde kuşku yok. Bir siyasetçi bir gazeteciye hakaret için araya araya “Kılıç artığı” ifadesine gelmez. Yazılı metinden okuyan adam hiç gelmez. Belli ki seçti bu sözleri Bahçeli. Üstelik o, gerektiğinde nazik adam rollerini bihakkın ifa eden kişi olarak seçti bu sözleri.
Peki n'olacak yani? Söyledi işte. Abdülkadir yutsun bunu. Kimse sahip çıkmasın ona.
Garibim, geçmişini geleceğini anlatma gereği duymuş:
‘Kılıç artığı’ olduğumu söyleme nezaketsizliğinde bulunan Sayın Bahçeli’ye hatırlatmak isterim ki, Osman dedem bir cepheden diğerine koşmuş, Osmanlı-Rus savaşında esir düşmüş bir vatan evladıdır. Hasan ve Hüseyin dedelerim ise Yemen’de şehit düşmüş, vatana sadece şahadet haberi ulaşmış Oğuz Türklerinin torunuyum. O şeref bana yeter Sayın Bahçeli...”
Bahçeli'ye birisi böyle bir hakarette bulunsa - ki siyaset - medya ortamımız bu tür haysiyet cellatlığının olağan hale geldiği bir seyri yaşıyor- o da dedelerinin hangi savaşta hangi kahramanlığı gösterdiğini mi anlatacak?
Belki de içinizden geçiyordur: Abdülkadir Selvi senin neyin olur ki, ona böylesine sahip çıkıyorsun?
Cevabı çok kısa: “İnsan kardeşim” olur sadece. Ve tepkim “haysiyet cellatlığı”nı, “bel altı vuruşlar”ı hiç kimse için olağan kabul etmemekle ilgili.
Yazıyı yine benim çok naif olarak algılanmama yol açacak bir soru ile bitireyim:
- Bahçeli yarın Abdülkadir Selvi'nin yüzüne nasıl bakacak?