Referandum bitti. Hayırlı uğurlu olsun. Güzel ve umut dolu günlerimizin başlangıcı olsun. İbret almamız gereken sonuçlar hakkında öyle gözüküyor ki daha çok konuşacağız. Nereden baksanız meclisli, seçimli, sandıklı 150 yıllık bir tecrübemiz var. Kesintilerine, kısıntılarına ve zaman zaman vesayet gölgelerine rağmen, kendi geleceği hakkında kendisi karar veren bir toplum olabilmek büyük nimet…
Ben bu yazıyı yazarken, Taksim Meydanındaki yabancı ajanslara ait canlı yayın arabaları hala teyakkuzda ve kopması için ellerinden geleni yaptıkları iç kaosu, çatışmayı, ikinci gezi fırtınasını bekler haldeydiler. Ben bu yazıyı yazarken, Almanya’daki AFD’nin MYK üyesi Alice Widel, Almanya’da evet oyu vermiş Türklerin entegrasyonda başarısız tipler olarak, sınır dışı edilmeleri gerektiğinden bahsediyordu. Ben bu yazıyı yazarken, en iyi bildiği iş şeytanla dans olan Michael Rubin, dayanamayıp artık Türkçe atmaya başladığı tweetlerinde kin kusuyordu evetçilere…
Avrupa etkin bileşeniydi Hayır cephesinin… Almanya’da Hollanda’da bizzat gördüm. Hayır cephesinden CHP’li vekiller üniversitelerde konuşturulurken, Evet cephesinin ev sohbetleri, kırk bir yasinleri, mevlitleri bile polis kaydı altında gerçekleşti veya iptal edildi… Avrupa, Türkiye ve İslam aleyhtarı işaretlerle yüklendikçe, Türkiye’deki evetçi blok da tarihi, dini işaretlerle cevapladı bu girişimi...
***
Hasılı kıl payı farkla EVET kazandı. Ama evet cephesinin gönüllerince kutlayamadığı bu sonuçların üstündeki tülü hafifçe kaldırdığımızda Tayyip Erdoğan sevgisi ve güveninin aldığı sonuç olarak okunuyor aynı skor… Tayyip Erdoğan sadece Avrupa ve Türkiye’deki hayır bileşenlerine karşı kazanmadı bu yarışı… Kendisine ayak bağı olan iç setlere rağmen de kazandı.
Kimdi bunlar ve yeni dönemde olmaması gerekenler:
Mesela son iki günde ortaya atılan eyalet sistemi laflarını çıkartanlar, sağda solda hızını alamayıp eski Türkiye’yi yıkıyoruz, devrim yapıyoruz diye caka satarken özellikle kadın seçmenleri korkutan şovmenler, her lafına idam, kodes, vatan hıyanetiyle başlayan troller ve maalesef kibirden taş keseceğini düşündüğüm vekiller, kapıları rugan pabuçlarının uçlarıyla tekmeleyen bürokratlar, fotoğrafa girebilmek için birbirine dirsek atan örtülü mebuslar, sürekli insan azarlayan devlet destekli STK’lar, kültür ve sanattan bir türlü ellerini çekmeyen ihaleciler, çantacılar, her yanı zebellah gibi gökdelenlerle kuşatan müteahhitler, demokratik bir rejimin demokratik imkanlarıyla kurulmuş bir partiyi asrı saadetin devamı olarak sunabilen anakronik şaşkınlar, televizyon kanallarını parsellemiş ve toplumsal hiçbir inandırıcılığı da karşılığı da olmayan uğursuzlar, birbirini sevmeyen ve birbirine güvenmeyen teşkilatlar, dava arkadaşlığı denen ruhu hayatta tatmamış olanlar…
Bu üzücü liste daha çok uzar… İşin garibi bunlar Alman veya Hollandalı da değil. Bunlar AK Parti’ye yapışmış mantarlar… Bunlar, çok partili hayata geçişimizden bu yana insan onurunun, inanç değerlerinin ve hürriyetlerin temsilcisi olmuş politik dilin emeğini heba edenler… Bunlar, Ömer Lekesiz’in ifadesiyle ‘’gönül yıkanlar’’, Akif Emre’nin ifadesiyle ‘’dil hasarı’ çıkartanlar.
Siyaset teorilerinde bir karşılığı yok ne dil hasarının ne de gönül yarasının. Belki en çok ‘’halkla ilişkiler’’den ya da ‘’verimliliğin arttırılması’’ndan söz açabilirler. Ama bizi tutmaz bu ifadeler. Tıpkı referandum sonuçlarını tebrik etmek için Külliye’ye koşuşan insanımızın çekilmiş fotoğraflarının ruhlarda oluşturduğu kırgınlık gibi… Balkondan ve iyi niyetle çekildikleri belli. Tayyip Erdoğan’ı yeni dönemin Başkanı olarak bağırlarına basmaya koşuşan insanların coşkusu cidden görülmeye değer. Ne var ki kamera yukarıdan ve uzaktan baktığı için insanlar karınca kadar…
Oysa sarılmaya koştukları adam, hiçbir zaman tepeden ve uzaktan bakmadı aynı kalabalıklara. Kalabalıkların bir volkan gibi içlerinden çıkartıp yükselttiği bir madeni var Tayyip Erdoğan’ın…
Kıl payı ile kazandı, tek başına… O kıl payında gönül var, dil var işte…