Dün başlayan Avrupa liderleri zirvesinde iki temel konu var.Birincisi Avrupa Merkez Bankası ile Alman Merkez Bankası arasındaki görüş ayrılığı ikincisi ise G.Kıbrıs. G. Kıbrıs meselesi tabii ki ekonomik olmaktan ziyade siyasi bir sorun ve bizi hayli ilgilendiriyor. Aslında dünkü Avrupa zirvesinde bu iki temel konunun birbiriyle bağlantılı olduğunu söylemeliyim. Almanya Merkez Bankası (Bundesbank) Başkanı Jens Weidmann’ın bir devlet başkanı gibi, Fransa’yı hatta Avrupa’yı, Almanya merkezli kemer sıkma politikalarına uymadıkları için azarlaması Almanya’nın gerçek yüzünü ortaya koyuyor ve bu insanlık için büyük bir sorundur hala. İşte bu Almanya G.kıbrıs gibi bir çözümsüzlüğü AB ve Türkiye’nin arasına pimini çekip atmıştır.
Zirveye katılmadan önce G.Kıbrıs lideri Anastasiades, Rum kesiminin içinde bulunduğu krizle ilgili oldukça iyimser mesajlar verdi. Ancak G.Kıbrıs’ın iyimser olabilmesi için Kıbrıs’ta çözüm için güçlü adımlar atması ve Türkiye ile ilgili çatışmacı stratejiyi bırakması gerekiyor. Burada da tıpkı K.Irak Kürt yönetimi ile Türkiye arasındaki ilişkileri normalleştiren bir ana faktör var; o da enerji.
Türkiye, Nikos Anastasiadas’ın Güney Kıbrıs’da başa gelmesini olumlu olarak değerlendiriyor. Geçen hafta Rum Kathimerini gazetesine konuşan Dışişleri bakanı Ahmet Davutoğlu, Anastasiades’ın yeni Rus lider olmasını ‘fırsat penceresi’olarak değerlendiriyordu. Ancak Davutoğlu ekliyordu; Kıbrıslı Rumlar enerji kaynaklarını çözümsüzlük doğrultusunda kullanamazlar, buna izin vermeyiz. Davutoğlu bunun bir tehdit olmadığını, bunun her iki toplumun doğal hakkı olduğunu, gelecekte Kuzeyde enerji kaynağı bulunması halinde bundan Rumların da yararlanabileceğini söylüyordu. Öte yandan Anastasiades’ın Kıbrıs’ta çözüm doğrultusunda konuşmaya başlaması, Hristofyas yönetiminden ayrı bir dönemin Kıbrıs’ta başladığını da bize gösteriyor.
Hristofyas, kapısını çalan krizi anlatırken ağlıyordu ancak çözüm için, özellikle AB dönem başkanlığı gibi bir fırsatı bile kullanmayı tercih etmedi. Tam aksine, bu dönemde, Akdeniz’de Rusya ve İsrail’le anlaşarak, doğalgaz arama çalışmalarını başlatma yolunu seçti. Bu yol, Güney Kıbrıs’ın krizi aşması doğrultusunda bir tercih olmaktan ziyade, Ortadoğu’da Türkiye’ye yönelik ‘cepheye’ eklemlenerek kendisine yeni bir kanal açma denemesiydi. Ancak bu yol, tabii ki hem Hristofyas’ın hem de onu destekleyen ve bu yola iten ‘müttefiklerinin’ boyunu aşıyordu. Örneğin geçen yıl Kıbrıs Rum yönetimi sözcüsü Stefanos Stefanou, Atina’da verdiği brifingde, ‘Kıbrıs sorunu çözülse de çözülmese de, çıkacak doğalgazdan bütün Kıbrıslılar yararlanacak’ diyordu. Enerji Bakanı Praksula Andoniandou’da, doğalgazın sıvılaştırılmasından ve kurulacak tesislerde depolanmasında sonra gazın Türkiye üzerinden Avrupa'ya dağıtılması amacıyla Kıbrıs ile Türkiye arasında 40 millik boru hattı projesi hazırlamış durumda olduklarını söylüyordu. Ancak ne olduysa hem bu gerçekçi söylemlerden hem de Kıbrıs’ın kaynakları tüm Kıbrıs’ındır fikrinden vazgeçildi. Bu arada şunu belirtelim G. Kıbrıs’ın, uluslararası hukuka aykırı bir şekilde, Doğu Akdeniz’de, arama yapması ve ticarileştirecek kaynak bulması halinde de, bu gazı Türkiye dışında güney enerji koridoruna bağlaması hiç de ekonomik olmaz. İşin siyasi ‘başağrısı’ tarafını bırakın, bu yolun ekonomik maliyeti bizim esnafımızın her fırsatta kullandığı o çok yaygın deyimle anlatılır belki; ‘astarı yüzünden pahalı olur.’ Kalkı ki bu pahalı yol Ceyhan’a inecek K.Irak merkezli enerji hatlarıyla da rekabet ettiği gibi, TANAP gibi projelerle Avrupa’ya bağlanacak Hazar kaynaklarıyla da yarışmak zorundadır.
Tek alternatif Türkiye…
Böyle olunca, Kıbrıslı Rumların, İsrail’in, Rusların hatta Almanların gazına gelmesi zaten işin ticari, siyasi tarafını bırakın insan aklına aykırıdır. Ama Anastasiades’den önceki Rum lider Hiristofyas’ın ‘insan aklından ‘U’ dönüşü yapmasının nedeni de, paradoksal olarak, Türkiye’nin TANAP başta olmak üzere, Azarbaycan ile birlikte Hazar enerji kaynaklarını Avrupa’ya ulaştırma projelerine başlaması ve yine K.Irak’daki kaynakların da Türkiye üzerinden ticarileşmesinin kesinleşmiş olması idi. Burada Güney Kıbrıs’a ‘siz Doğu Akdeniz’de doğalgaz arama çalışmalarına başlayın biz arkanızdayız’ diyenlerin kimler olduğunu tahmin etmek zor değil. Tabii ki Güney Kıbrıs AB’ye bunun için alınmıştı ve bu operasyonun arkasında başından beri Almanya vardı. İkinci olarak da, Rusya ve İsrail hatta el altından İran Güney Kıbrıs’ın bu çözümsüz enerji hamlesini destekliyorlardı.
İşte bu desteğe bağlı olarak, Hiristofyas yönetimi, münhasır ekonomik sahası netletmemiş alanlarda Fransız ve İtalyan şirketlerde anlaşma yaparak arama çalışmalarına başlıyordu. Ama aynı tarihlerde, Türkiye’de bugün gelişmekte olan barış süreci de çıkmaza sokulmak isteniyor, Türkiye’ye yönelik terör saldırıları artıyor ve Suriye’de Esad yönetimi de, Türkiye odaklı provokasyonlarını artırıyordu. Türk jetinin düşürülmesi böyle bir gelişmeydi. Ancak, süreç bu ‘ittifakın’ beklediği gibi gitmedi. ABD’de 2. Obama dönemi, Irak’tan başlamak üzere Ortadoğu’nun yeni biçimlenmesinde Türkiye modelini öne çıkartıyordu. Irak’ta, Türkiye ile iyi ilişkileri olan Kürt devleti adımı ve İsrail’in kademeli olarak geri çekilmesi, Mısır’da, sorunlu da olsa, Mursi’nin iktidara gelmesi ve Fransa’da Sarkozy’nin seçim yenilgisi ve Almanya’nın Avrupa’da yalnız kalması… Bütün bunlar G.Kıbrıs’ın arkasına dizilenlerin direncini kırdı. Mesela, Mısır, Kıbrıs Rum Yönetimi`yle yaptığı Doğu Akdeniz`i paylaşan anlaşmayı fesh etti.
Bu haber, Türkiye ile krizi göze alarak bölgede doğalgaz çalışmaları yürüten ve bölgeyi uluslararası petrol şirketlerine kiralayan Kıbrıs Rum Yönetimi’nin yelkenlerini Akdeniz’in sularına bir kez daha indirdi zaten. İşin ilginç yanı Mısır, Rumların 13 parsele ayırarak kriz çıkardığı bölge sınırlarını iptal etmekle kalmıyor, yeni yapılacak muhtemel bir sınır belirleme anlaşmasına Türkiye`nin de dahil edilmesini öngörüyor. Öte yandan Azerbaycan enerji şirketi SOCAR’ın Türkiye CEO’su Kenan Yavuz, hammadde kaynağına sahip bölge ile pazarı buluşturabilecek tek alternatifin Türkiye olduğunu ve dünya barışını ön plana alan bir yapı izlediklerini söyleyerek, Türkiye’ de 2018’e kadar 17 milyar dolarlık yatırım portföyü ortaya koyacaklarını vurguluyor ve adeta bu tartışmaya başka bir ‘yerden’ noktayı koyuyordu. Sonuçta, Avrupa hem krizin çözümü için hem de enerji ve beşeri sarmaye ve yeni pazarlar-genç nüfus için Türkiye’ye ihtiyaç duyuyor. Enerji’nin sıcaklığı bizi, bir buzkıran gemisi gibi, kıyıya götürüyor.