Kim ne derse desin keyif, huzur ve barış içinde yaşarken sürdürdüğümüz erdemli hayatın pratiğinden doğan derin anlamından gelir. ‘’Erdem’’ burada bir nevi insan olma tekniği ya da bilgi- becerisi anlamına gelir. İnsan olmak, daha iyisini yapmayı öğrenmemiz gereken bir şeydir; saz çalmayı öğrenmek ya da voleybolda smaç yapmayı öğrenmek gibi. Erdemliler insan olmakta başarılı olanlardır. İyi bir berber ya da iyi bir kasabın kendi işinde başarılı olması gibi. Bazı insanlar erdemli olmanın ustalık mertebesine bile ulaşmışlardır.
İyi insan olma yolunda erdem, içimizde biriktirdiğimiz iyi şeylerin ödülüdür. Yani erdem, kendi kendimizin ödülüdür. Bu ödül, aynı zamanda adına keyif dediğimiz bütün o güzel duyguların kaynağıdır. Erdemli insan, bu bakımdan yaptıklarından keyif alan insandır. Erdemli insan, kendini tanımlamaya ve gerçekleştirmeye çalışan insandır. Zaten iyi insan ve iyi hayat bu noktadaki özgürce gelişip serpilme çabasının sonucudur.
Eğer iyi bir hayat ve iyi bir insan olmak, kendi doğamızı gerçekleştirmenin bir sonucuysa ve bu herkes için geçerliyse o zaman bu durum, koşullar ne olursa olsun öğrenilebilir bir şeydir. Herkesin bildiği gibi insanoğlu, diğer canlı varlıklardan farklı olarak, kendi kendine yeterli olamadığı halde “prematüre” olarak dünyaya gelir. Biz geyik yavrusu gibi değiliz, dünyaya gelir gelmez ayağa kalkıp yürümeyi annemizin arkasından koşup ona ayak uydurma becerileriyle doğmayız. Tam tersine uzun yıllar anne ve baba bakımına ihtiyaç duyarız. Herşeyi deneyimleyerek, öğrenerek büyürüz.
Ahlak benliği gerçekleştirmekle ilgilidir, inkar etmekle değil. Ahlak, kendimizi gerçekleştirme çabasında bize rehberlik yaparken, belli ölçülerde dünyevi olan niteliklerle tanışmamıza imkan da sağlar. İşte bu noktada dünyevi olanların cazibesine kapılarak, kişilik, karakter, ahlak, erdem ve bir dizi insani özellik bakımından birbirimizden ayrışmaya başlarız. Kimimiz amaçlara inanır, araçları amaçlara uydurmaya çalışır, kimimiz araçları çok önemser ve amaçları araçlar için araç haline getirir.
Bu noktadaki tercihlerimiz bizi birbirimizden ayrıştırır. Kimimiz kendisini amaçları için feda eder. Kimisi kendisini amaç yerine kor ve herşeyi kendisi için araç hale getirir. Kimisi de işlevsel bir hayat yaşamaktan yana olmaz ve herşeyin daha az olmasına rıza gösterir. Aktif olmayı öğreniriz. Pasifliğin erdem olduğuna inanırız. Ya da nesnel ve tarafsız olmayı hiçbir şeyle değiştirmeyiz. Hayat akar. Hayat bize rağmen gelişim gösterir.
Hayatınızın gelişim gösterip göstermediğini basit bir iç gözlemle anlayamayız; çünkü bu nasıl ve neler yaptığımızla ilgili bir konudur, nasıl hissettiğimizle ilgili değil. Mesela mutluluk, keyif; iyi yaşamak ve iyi şeyler yapmakla ilgilidir, salt iyi hissetmekle değil. Bu durum bir ruh halinden çok pratik bir etkinlik biçimidir. Hayata dair belirli bir görüş edinmek değil, sahip olduğumuz bütün kapasitemizi hayata geçirmekle ilgilidir, keyif ve mutluluk.
Gelişme gösterip göstermediğimizi salt içimize bakarak bilmeyecek oluşumuzun bir başka nedeni de, gelişip serpilme kavramının, bir dizi farklı faktörleri içeren, oldukça karmaşık bir kavram olmasıdır. Bazı bakımlardan iyiye doğru gidiyor, bazı bakımlardan da gitmiyor olabiliriz.
Kendimize; sağlıklı, mutlu, kendimiz ve diğerleriyle barışık, hayattan keyif alan, yaratıcı işler yapan, duygusal olarak özenli ve duyarlı, tatminkar dostluklar kurabilen, sorumluluk sahibi, özgüvenli, dürüst, güçlü ve benzeri niteliklere sahip bir insan olup olmadığımızı sormalıyız?
Bu soruların çoğu bütünüyle bizim kontrolumüzde olmayan şeylerdir. Salt bir iradi eylem ile mutlu ya da kendinizle barışık olamayız. Bu diğer bir çok şeyin yanı sıra, belirli toplumsal ve maddi koşulların da var olmasını gerektiren bir durumdur.