Durakta beklerken kestane yemeyi adet edinmiştim. Kaç kestane yiyince otobüs gelecek onu bile biliyordum artık. İşte bu kestaneli bekleyişlerimde Ramazan ile ahbap olduk. Ben demeden o kestaneyi hazır ederdi. Benim gözlüğümden ve çantamdan manalar çıkarmış, beni zihninde öğretmen ya da onun gibi bi şey ilan etmişti. Ben de hayallerini yıkmadım. Öğretmen gibi bir şey olduğumu söyledim.
Kışın kestane, yazın mısır satarlardı. Üç kardeşin de ayrı tezgahı vardı. Anne babaları da birer ayrı tezgah başındaydılar. Ailecek çalışıyorlardı. Hayır, niyetim kestaneciyle muhabbetimi yazıp yazı yükünden kurtulmak değil. Aksine hayatına girdiğim ya da daha doğrusu hayatıma giren Ramazan’ın hikayesini paylaşmak niyetindeyim.
Dediğim gibi aile boyu yaz, kış aynı köşede mısır ve kestane satarak geçinen bu ailenin ortanca çocuğu Ramazan ile otobüs beklerken tanıştım. Durakta beklerken kestane yemeyi adet edinmiştim. Kaç kestane yiyince otobüs gelecek onu bile biliyordum artık. İşte bu kestaneli bekleyişlerimde Ramazan ile ahbap olduk. Ben demeden o kestaneyi hazır ederdi. Benim gözlüğümden ve çantamdan manalar çıkarmış, beni zihninde öğretmen ya da onun gibi bi şey ilan etmişti. Ben de hayallerini yıkmadım. Öğretmen gibi bir şey olduğumu söyledim.
Ramazan hiç bağırmazdı. “Kestaneci de bağırmayıversin. Bu kadar gürültüye bir de ben ortak olmayayım.” derdi. Kat kat giyinmesine rağmen üşürdü. “Cücükler gibiyim hep üşüyorum. Üşümek bana huy oldu.” derdi. Ben de belli etmezdim. Ama acırdım üşümesine, tezgahın başında küçüldükçe küçülerek saatleri dışarıda geçirmesine.
Gel zaman git zaman ben kestane kebaplar eşliğinde otobüs beklerken. Bir ilan ilişti gözüme. Askeri okullara yetenek imtihanı ile bandocu talebe alınacaktı. Aklıma hemen Ramazan geldi. Yaşını, mezuniyetini falan sordum. Uysal uysal cevapladı. Ben hemen niyetimi söyledim. O da heyecanladı. “Babam ne der kestiremem. Ben önce anama açarım mevzuyu” dedi. Dediği gibi de yapmış. Annesine bandoculuk, okul, maaş, askerlik diye epeyce anlatmış. Annesi topu babasına atmış ve “...ben anlamam bando mundo” demiş. Babasına durum açılınca babası, “Bandoculuk yani çalgıcılık bizim sülalemizde yoktur icat çıkarma. Hem söyle bakalım bir türkü de dinleyelim bakalım var mı kabiliyetin?” demiş. Ramazan elini kulağına atıp dipten kökten bir türküye başlamış. Ama evdekilerin yoğun ısrarıyla türküyü yarıda kesmiş. “Oğlum seni bu sesle bandoya almazlar devlet kapısını boş yere meşgul bari etme bak işine” demiş babası.
Ramazan durumu bana anlattı. Umudu kalmamıştı. “Boş bir heves imiş hocam.” diyordu. Ben durumu anlattım. “Türküyle ne alakası var bunun. Senin müzik kulağın var mı ona bakacaklar. Duyduğun sesi tekrar edebiliyorsan tamamdır” dedim. Ben parmaklarımla tezgaha tık tık tempo tuttum. “Beni tekrar et” dedim tekrarladı. Sonra bir daha sonra bir daha derken Ramazan’ı imtihane girmeye razı ettim. İmtihana da ben götürdüm. O fırsattan istifade Ankara’yı da ilk kez görmüş oldu Ramazan. Ankara’nın kalabalığını görünce, “Bu kadar adama ne kestane ne mısır yetişir” dedi gülüştük.
İmtihanda ne dedilerse yapmış Ramazan. “Beni pek sevdiler bakalım ne olacak sonuç” dedi Ramazan ve beraber beklemeye başladık.
İmtihan sonucu benim adresime geldi. Ben kendi imtihanlarımı bile bu kadar heyecanla beklememiştim. Ellerim titreyerek zarfı açtım. Ve havaya fırladım. Kestaneci Ramazan artık askeri bandoda bir astsubay olacaktı. Koşa koşa yanına gittim. Kağıdı görmek istedi. Kağıdı okuyunca ağlamaya başladı. Sarıldım. “Sus...” dedim ama gözünden inen yaşı durduramadı bir zaman. Haberi babasına vermeye beraber gittik. Babası önce şaşırdı. Epeyce soru sordu. “Devlet işine mi girdi şimdi benim Ramazan?” dedi. “...evet” dedik anlattık ama yine de ihtiyatlı bir sevinci vardı. “Babam gerçekten sevinmeye razı gelmez hep bir şey eksik olacak diye korkar” dedi Ramazan...
Ama hiçbir şey eksik olmadı. Ramazan okudu. Bandoda vurmalı çalgılarda usta oldu. Beni de bitirme törenine çağırdı. Anne babasıyla beraber ben de oradaydım. Bolca fotoğraf çektirdik. Annesi babası bu sefer gerçekten mutluydular. Ramazan hem davul çalacak hem para alacak hem de düzgün bir işi olacaktı. Annesi diyordu ki hemen baş göz etmemiz lazım yoksa benim portakal gibi oğlumu kaparlar. Babası ise bıyık altında gülümseyerek dinliyordu bizi. Mezuniyet töreninde bir de konser oldu. Ramazan davula vurdukça hop etti yüreğimiz. Törenden sonra yemeğe gittik. Ramazan ısmarladı. “Ben ısmarlayacağım.” dediğinde babasının gözleri doldu. Bize çaktırmak istemedi. Biz de görmemiş gibi yaptık. Yemeğe oturduk siparişleri beklerken Ramazan parmaklarıyla bir tempo tuttu. “Hatırladın mı hocam bu ritmi?” dedi. Hatırlamamıştım. “Bu ritim senin bana bu işi anlattığında tezgahımda parmağınla tuttuğun ritimdir. Ben eğitim alırken ne zaman canım sıkılsa bu ritmi çaldım. Senin ritmin bana bir umut oldu sanki” dedi. “Vay be Ramazan” dedim. Faydalı bir iş yapmanın kıvancıyla doluydum. Ve Ramazan’ın dediği ritmi ben de hâlâ unutmadım. Ne zaman canım sıkılsa eski kestaneci yeni bandocu Ramazan’ın ritmini çalar neşelenirim bir zaman...