Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Latin Amerika turunda dün ziyaret ettiği Ekvador’un çok ilginç bir ‘darbe’ hikayesi var.
Çok da yeni, 2010’da.
Ekvador diğer Latin Amerika ülkeleri gibi sosyalizm-kapitalizm, doğal zenginlikler-dev şirketler, bağımsız yönetim-ABD müdahalesi gerçekliği ile bugüne gelmiş.
‘Başkanlık sistemi’ ile yönetiliyor.
2006’daki seçimde genç sosyalist lider Rafael Correa, (2012’de Türkiye’yi ziyaret etmişti) yüzde 56.6 oyla başkan seçildi.
Seçimi, “yerli halkın ve yoksulların hakları için mücadele, ABD askerini ülkeden gönderme, maden ve enerji kaynaklarını kartellerden geri alma” vaadiyle kazandı. Zira G.Amerika'nın beşinci büyük doğalgaz üreticisi olmasına rağmen 15 milyon nüfusun milli geliri 4 bin doları aşmıyordu.
2005’te Maliye Bakanlığı sırasında IMF ve Dünya Bankası'na karşı çıkmış, o yüzden bakanlığı ‘4 ay’ sürmüştü!
- Seçilir seçilmez, sermayenin, bankaların ve medyanın hedefi oldu.
- Uluslar arası kurumlardan, yabancı ve yabancı ortaklı yerli sermayeden ‘endişeli’ açıklamalar geldi. Ülkenin ‘rotası’ nereye dönecekti!
- Yüksek faizle büyük karlar elde eden bankalara inceleme başlattı. “Bir daha asla bankaların devleti iflas noktasına getirmesine izin vermeyeceğim” dedi.
- ABD'nin Güney Amerika'daki tek askeri üssü olan Manta Üssü’nü kapattı.
- Orduda geniş çaplı bir reform başlattı, bazı komutanları değiştirdi.
- ABD’nin Ekvador Büyükelçisi Heather Hodges tarafından ‘yolsuzlukla’ suçlandı. Hodges'tan açıklama istedi; ancak tatminkar açıklama gelmeyince sınır dışı etti. (Hodges, ‘kadife devrim’ ayaklanmasının yaşandığı Moldova’dan Ekvador’a atanmıştı!)
- ABD'nin beşinci büyük petrol şirketinin kontratlarını iptal etti.
- Ülkeye Çinli ve Rus yatırımcılar gelmeye başladı.
- 2009 seçimlerinde yeniden seçildi.
- Kurucu Meclis oluşturarak Anayasayı değiştirmek için harekete geçti.
Çok olmuştu!
2010’un 30 Eylül'ünde polis, ‘özlük hakları’ gerekçesiyle protesto gösterisine başladı. Aslında maaşları iki kat artmıştı, bu yüzden gerekçe olarak ‘terfilerin 4’ten 7 yıla çıkması ve terfi ikramiyelerinin kesilmesini’ gösterdiler.
Başkan Correa, bizzat bir karakolu ziyaret ederek polislerle konuşmak istedi. Ancak tekme, yumruk ve gaz bombasıyla karşılandı, gözaltına alındı.
Bu planlı bir darbeydi ve ortakları vardı.
Çünkü aynı anda;
- Hava Kuvvetleri’nden bir grup asker başkent Quito havaalanını uçuşlara kapattı.
- Ana muhalefet partisinden bir grup resmi TV binasını işgal etti.
- ‘Yerli haklarını koruma’ siyaseti yapan Pachakutik’in de bulunduğu bazı ‘sol’ örgütler, darbe olurken Correa’yı ‘otoriter olmakla’ suçladı ve istifaya çağırdı.
- Ülkenin en büyük yerli hareketinin bağlı olduğu CONAİ konfederasyonu ‘darbeye katılmıyoruz’ dedi, ancak ekledi: “Correa da halka karşı demokratik davranmadı, akarsular ve madenlerin satışında yerlilere söz hakkı vermedi!”
- Darbeyi fırsat bilen bazı gruplar yağmaya başladı.
- Medya yağma haberleri yerine başkanı eleştiren yayınlar yaptı.
- ABD yanlısı eski başkan Lucio Gutierrez ‘CNN Brezilya’ kanalına çıkarak Correa’yı istifaya çağırdı.
- ABD ‘olayları yakından takip ediyoruz’ açıklaması yaptı; bu ‘örtülü bir darbe desteği’ olarak görüldü.
Ancak;
Genelkurmay Başkanı ‘medya, sermaye destekli polis darbesi’ne karşı durdu ve Başkan Correa 11 saat sonra askeri özel birliklerin operasyonuyla kurtarıldı.
Dönemin ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, bu aşamadan sonra Correa’ya destek açıklaması yaptı!
Ertesi gün poliste geniş çaplı bir tasfiye başladı, özellikle ABD’de eğitim görenler uzaklaştırıldı. Ülkedeki üç ‘Amerikan Okulu’nda yetişmiş subaylar tutuklandı.
Darbeye destek veren bazı ‘sol’ görünümlü ‘sivil toplum örgütü’ ve partilerin ABD kurumlarından (USAID, NED, NDI gibi) dış yardımlar alıyor olmaları tartışıldı.
Ekvador örneği, bir darbenin anatomisini de ortaya çıkardı:
“Yabancı yardım kuruluşlarının beslediği ‘demokrasi hareketleri’, uyuşturucu/yolsuzluk suçlamaları, otoriterlik/diktatörlük eleştirisi ve nihayet ‘darbe’…
Bana tanıdık geldi…
En azından, Ekvador darbesinde adı geçen (ve geçmeyen) yabancı kurumlardan maddi yardım alan ‘sol’ görünümlü ‘sivil’ toplum örgütleri ve özellikle internetten yayın yapan ‘bağımsız’ medya kuruluşları Türkiye’de de son yıllarda birden bire arttığını söylemeden geçemem.
(Golinger’la darbeden hemen sonra yapılan tek Türkçe röportaj için: http://www.acikgazete.com/soylesi/2010/10/15/ekvator-daki-darbe-girisiminin-icyuzu.htm?print)