Yüce Allah kimseyi onların durumuna düşürmesin...
Zaman zaman dünyayı yönettiği vehmine kapılan ABD gibi bir ülkenin ikinci önemli koltuğunda oturmuş ve sadece ülkenizle ilgili değil dünyayla ilgili de olağanüstü önemde kararlar almışsınız... Zayıf bir başkanın yanında, güçlü kadronuzla, kendinizi ‘imparator’ gibi hissettiğiniz dışarıdan bakınca belliydi. Siz hissetmeseniz bile, etrafınızdakiler, size ‘gölge imparator’ muamelesi yapmaktaydı...
Adınız Dick Cheney... Irak’ta değişen siyasi iklimle ilgili ABD yönetimine yol gösterme iddialı bir makaleyi birkaç gün önce Wall Street Journal gazetesinde yayınlatmanız üzerine, sizinle aynı görüşlere sahip Amerikalıların izlediği Fox-TV kanalına tezinizi açmaya çağrılmışsınız...
Sunucu Megyn Kelly, size, “Tarih hem de defalarca Irak’ta resmen çuvalladığınızın tanığı Bayım” ile başlayan hassas bir soruyu lâfı eğip bükmeden yöneltiyor: “Saddam Hüseyin’in elinde kitle imha silâhları olduğunu söylediniz... Irak’a girdiğimizde insanların bizi öpücüklerle karşılayacağını söylediniz... 2005 yılında, Irak’taki isyanın sonuna yaklaşıldığını söylediniz... Bizim müdahalemiz sonrasında, aşırıların, ‘cihad stratejilerini’ gözden geçireceklerini söylediniz... Bir milyon dolardan fazla para harcandı orada, 4500 Amerikan askeri hayatını kaybetti; peki sizin baştan sonra yanlışta olduğunuzu söyleyenlere şimdi ne diyeceksiniz?”
Irak’ta IŞİD saldırılarının başladığı ve Musul’un düştüğü ilk günden beri, özellikle siyaseti yakından izleyen Amerikan kamuoyu, gazetelerde ve televizyonlarda konuya ilişkin görüş açıklayanların 2003’te Irak’ı işgal etme sürecinde hangi tarafta yer aldığını merak ediyor.
Eğer “Girelim, kendilerine demokrasi götürdüğümüzü gören Iraklılar bizi çiçekle karşılayacaklar, boynumuza sarılacaklar, zaten masraflı da olmayacak, harcamalar Irak petrolüyle karşılanacak” türü görüşler açıklamış biriyse konuşan veya yazan, ciddi biçimde tersleniyor...
“Bizim onlardan öğreneceğimiz hiçbir şey yok” düşüncesi yaygınlaşıyor, temel bir konuda vahim hatalar yapmış görüş sahipleri için...
O günlerde (1 Mart 2003 tezkeresi öncesi ve sonrasında) bizde de benzer görüşlerle ülkemizin ABD yanında savaşa taraf hale gelmesini isteyenler ve karşı fikirde olanlara her türlü tezviratı reva görenler yok muydu? Vardı, hem de çok sayıda... Onlar hâlâ sahip oldukları köşelerde ahkâm kesmeye, her yeni sorunda akıl vermeye devam ediyorlar; geçmiş sâbıkalarını yüzlerine vuran da çıkmıyor...
Genel suskun çizgimizden farklı tek olumlu gelişme, 12 Eylül (1980) darbecilerinin yargılanması ve müebbet hapis cezasına çarptırılmaları oldu. Binlerce aydını devlet görevlerinden kovduran, üniversitelerin bilim kadrolarını tasfiye eden, gençleri ve fikir sahiplerini cezaevlerine gönderen, “Biri sağdan ise diğeri soldan olsun” mantığıyla darağaçlarını çalıştıran darbecilere, 90’lı yaşlarını sürdürürken olsun, “Yaptığınız yanlıştı, cezasını çekeceksiniz” denildi ya, bu, hiç küçümsenmemesi gereken bir yeni adım.
İsterse yaşları yüzünden tek bir gün bile hapis yatmasınlar, isterse yaşlılıkları olup bitenleri algılamalarına mâni olsun, değil mi ki yaptıklarının en ağır cezalık bir suç olduğu kayıtlara geçti, bu bile yeterli...
Türkiye’nin geleceğine umutla bakmamız için...
Yargının başardığını, başarabildiğini, medya da kendi iç hesaplaşmasıyla devam ettirmeli.