Demokrasi ve insan hakları söylemini dilinden bırakmayan seküler kesim, konu muhafazakârlar/dindarlar olunca ortada ne demokrasi kalıyor ne de insan hakları.
Çünkü bu kesim eski alışkanlıklarıyla muhafazakârlara ikinci sınıf vatandaş gözüyle bakmayı sürdürüyorlar.
Bu yüzden Üstad Necip Fazıl, 'öz vatanında garip öz vatanında parya' muamelesi gördüğünü dizelerine yansıtmıştı.
Muhafazakârlar ülkenin zencileriydi. Onlar şehirlerde ancak kapıcı çöpçü işçi olabilirler ama bürokrasi sekülerlerin hakkıdır.
Bir muhafazakâr eğer akademide veya bürokraside yükselmeye başlamışsa onun adı gericidir, takunyalıdır, çağdışıdır.
Başörtülüler zaten kamuda çalışamazdı olsa olsa çaycı temizlikçe olabilirlerdi.
Hem akademisyen olacak hem dindar, hem genel müdür olacak hem namaz kılacak. Olamazdı.
Hâkim görüş, akademi de bürokrasi de sekülerlerin işidir.
Bu tabuyu yıkanların başında rahmetli Necmeddin Erbakan hoca gelir.
Öyle ki CHP Genel başkanı Bülent Ecevit MSP-CHP koalisyonu kurulunca dindarların devlet işlerinden de anladığını ifade için tarihi yanılgıdan bahsetmişti.
O tarihten sonra muhafazakârlar/dindarlar akademide ve kamuda görev almaya başladılar.
Kimsenin desteğiyle değil tam tersine önlerindeki bin bir engeli aşarak, tırnaklarıyla kazıyarak geldikleri noktayı hak ederek başladılar.
Son 22 yıldır da devleti onlar yönetiyor.
Lakin seküler kesim hâlâ hazmedebilmiş değil bu başarıyı.
Nasıl olur da bir muhafazakâr bir dindar bir İmam Hatip Lisesi mezunu profesör olur, mühendis olur, başbakan olur, cumhurbaşkanı olur bir türlü havsalaları almıyor!
Dindarların ilim siyaset ticaret gibi alanlarda cahil olduğunu düşünüyorlar!
Buna rağmen muhafazakâr kesim tüm engelleri aşa aşa yönetimde ve akademide söz sahibi oldular. (Genel durumu özetliyorum, nepotizmi savunmuyorum)
Muhafazakâr kesimin bu başarılarına en büyük darbeyi de FETÖ denen yapı vurdu.
FETÖ'nün işlediği cinayetlerin cezasını çekiyoruz. Hizmet adı altında yaptıkları haksızlıklar sadece kendilerine değil başta tüm dindarlara, dolayısıyla dine zarar verdi, vermeye devam ediyor.
Dini cemaatler cumhuriyet döneminde devlet nezdinde yasaklı olsalar da millet nezdinde bir cemaate yahut tarikata mensup olmak güven sebebiydi, takdir edilirdi.
Ta ki FETÖ ihaneti ortaya çıkıncaya kadar.
Dini cemaat oldukları için de sayelerinde bütün cemaatler millet nezdinde de zararlı topluluklarmış gibi algılanmaya başladı.
Bunları neden mi yazdım?
Yazdım, çünkü muhafazakârların başarıları artık FETÖ sebebiyle gölgelenmeye başladı.
Eski bakanlarımızdan Dr. Betül Sayan Kaya bir anne olarak oğlu Ahmet Akif'in LGS'de birinci olmasını sosyal medyadan paylaşmış.
Sen misin bunu yazan.
'Sınava evde mi girdi? Soruları ve cevapları ne zaman verdiniz eline?' benzeri cümlelerle öküz altında buzağı aramalar gırla gidiyor!
Hatta TBMM eski başkanı 'Mustafa Şentop hocanın oğlu da birinci olmuştu!' diyerek çocukların bu başarılarını FETÖ yöntemine yoran bedhahlar(kötü yürekliler)!
FETÖ'nün soru hırsızlığıyla elde ettiği hormonlu başarı maalesef öğrencilerin doğal başarılarına gölge düşürmek için kullanılıyor!
Oysa LGS imtihanına bu sene 1 milyon 38 bin 544 ortaokul 8. Sınıf öğrencisi başvurmuş ama 992 bin 906 aday katılmış.
Bunlardan 352 öğrenci tüm soruları doğru cevaplayarak 500 tam puan almış. Bunlardan biri de Betül hanımın oğlu.
Yani 352 öğrenciden biri.
Bakanın imkânlarını sorgulayanlar diğer 351 öğrenciye de haksızlık ediyorlar!
Şentop hocayı da işin içine katarak soruların çalındığı algısı oluşturmaya çalışanlar bilmiyorlar ki daha 1986 yılında İmam Hatip lisesinden mezun olan Şentop Tekirdağ'da bir dershanenin yaptığı deneme imtihanında 96 puanla birinci, lise mezunu il birincisi öğrencinin 70 puanla ikinci gelmesi üzerine itirazlar yükseliyor. Dershane müdürü Şentop'u çağırıyor 'İşte birinci gelen bu öğrenci' diyor. Şentop da, 'Buyrun beni şimdi siz imtihan edin, hazırım!' diyerek meydan okuyor.
Kabullenemedikleri gerçek, bir İmam Hatipli nasıl birinci gelirmiş!
Geliyor işte.
Şentop hocanın sadece oğlu değil kızı da imtihanda başarılı olmuştu.
Mesele İmam Hatipli ya da muhafazakâr olup olmamak değil, mesele öğrencinin imtihana nasıl hazırlandığıdır!
Elbette imkân önemli ama eğer öğrenci iyi hazırlanmıyorsa imkân derece yapmıyor; iyi hazırlanıyorsa da gereken başarıyı elde edebiliyor.
Mesela LGS'de tam puan alan 352 öğrenciden biri de mütevazı bir ailenin çocuğu Tokat'tan Muhammed Emre Karataş olmuş.
Bir başka evladımız Kahramanmaraş'ta yaşayan ve 6 Şubat depreminde 1400 kişinin hayatını kaybettiği Ebrar sitesinden sağ kurtulan Efe Talha Palabıyık o da bu yılki LGS birincilerinden birisi.
Bu usulsüzlük algısıyla bunlar ve diğer dereceye girmiş olan evlatlarımızın da başarılarına insafsızlık ediliyor.
Seküler kesim muhafazakârların bu başarılarına kılıf uydurmaya dursun, çocuklar maşallah başarıdan başarıya koşuyorlar.
Kervan yürüyor!