Kendimizi, karşı olduğumuzun yerine koymaya var mıyız?
24 Şubat 2021 Çarşamba
3,5 ay öncesine kadar, son 2,5 senedir Hazine ve Maliye Bakanı olarak vazife üstlenen Berat Albayrak ve onun vesilesiyle mensubu olduğu aileye, haliyle Erdoğan ve ailesine de yönelik iddia ve suçlamaların dili, giderek daha bir zehirli şekilde devam ediyordu, son haftalarda..
Bunda elbette, sadece ülkenin Hazinesi ve Maliye Siyaseti üzerinde değil, -Erdoğan'ın damadı olması hasebiyle -, Hükûmet'in en güçlü bakanlarından birisi olarak görülen bir ismin, bir anda ortadan kaybolmasının ve tartışmaların dışında kalmasının da rolü vardı.
Ekonomik konularda herkes bir şeyler söyleyebilir ve herkesin iddiası da nisbî bir şekilde kendisine göre 'doğru'dur. Üstelik, eleştiri oklarının hedefi haline getirilen kişinin, sıradan bir akrabalık ilişkisi yüzünden o makamlara getirilmediği ve 'Para politikaları' üzerine, kapitalizmin merkezi olan Amerika'da tahsil gördüğü de biliniyordu.. Böyleyken, tartışmalar bu nisbîlikten uzaklaşıp, mezkur ismin, bir 'günah keçisi' haline getirilmesi, konuyu normal muhalefet sınırları ötesine taşıyordu.
Bu yüzden, C. Başkanı Erdoğan, 3,5 ay sustuktan sonra 22 Şubat günü, partisinin İzmir Kongresi'nde yaptığı konuşmada, ilk olarak bu konuya değinmek ve Albayrak'ın önce Enerji ve sonra Hazine ve Maliye Bakanlıkları dönemindeki başarılarının üzerine 'damadı' oluşunun gölgesinin düştüğünü, belirtmek gereğini duydu.
Mes'elenin düğüm noktası aslında burasıydı..
Üstelik bu, kaçınılmazdı da..
Çünkü, asırlardır süren saltanat ve hanedân ilişkilerinin hele de Müslüman toplumların mâşerî vicdanında meydana getirdiği bir aksülamelin, bir tepkinin sesi pek yüksek olamadıysa bile, bir burukluğun olduğu, taa Hz. Osman döneminden beri varlığını her zaman hissettirmişti.
Daha sonraki asırlarda ise, zâten, saltanatın mahiyeti gereği, tercihler de, en şiddetli cezalandırmalar da, en çok hanedân içinden yapılmıştı.
Saltanat rejimi sona erdikten sonra ise.. Kamu çalışanlarından ayrı olarak, hattâ toplumun her ferdi de, sosyolojik açıdan ancak 'klan' anlayışıyla izah edilebilecek bir ilkellikle bir ismin önünde eğilmeye mecbur edilmemiş miydi?
Ama, o konu pek düşünülmez.. Padişahlar gider, yenileri gelirdi.. Şimdi ise, gitmeyen ve beyinlerin kendisine ayarlanması istenen bir 'totem' anlayışı geliştirildi. Bu yüzdendir ki, hattâ, Erdal İnönü bile, sırf, babasının oğlu olduğu için, bir partinin başına getirildiğinde, mâlum kesimlerden hiç itiraz gelmemişti.
Ama, başkalarının yanlışı bize örnek teşkil edemezdi.
Bu arada C.Başkanı Erdoğan'ın, Merkez Bankası'yla ilgili rezerv açıklamaları ve Merkez Bankası'nın boşaltıldığı gibi iddiaları reddedip, 95 milyar dolarlık bir rezervin bulunduğu açıklaması ilginçti.
Evet, 'Merkez Bankası'nın brüt rezervi 95 milyar doların üzerinde... Bunların 53 milyar doları döviz, 41 milyar doları altınşeklinde. Bu rakam net..'
İkinci bir konu..
2 ay kadar öncelerde, AK Parti'li -ve de örtülü- bir hanım m.vekili, kendisine 'köpek..' diye hakaret eden bir hemcinsini mahkemeye vermişti. İstanbul mahkemelerinden birisindeki bir kadın yargıç ise, 'köpek' kelimesinin hakaret değil, kaba bir hitab şekli olduğuna karar verdi, hatırlıyor muyuz?
Acaba, o hanım yargıça da birisi, aynı sözle hitab etseydi, bırakalım bizzat onu, yargı mekanizması da bunu sadece bir kabalık olarak mı geçiştirirdi?
Bundan daha ağırı, bugünlerde, alçaklığın da ötesinde bir tarif edilemezlik şeklinde yaşandı.
Özlem Zengin, AK Parti'nin Grup Başkan Vekili olan bir hanım, hukukçu.. Örtülü bir hanım.. Meclis çalışmaları esnâsında kendisine yakışmayan bir açıklama yaptı..
Pensilvanya Şeyhi'nin entrikası bitmez.. O ve etrafındaki suç şebekesinin alışılmamış yöntemleri devreye soktuğuna dair yığınla örnekler var.. Tam teşekküllü bir suç üretim mekanizması halinde çalışıyorlar.. Bu konulardan haberi olmayan ve onlara safça inanan nice Müslümanı da yaktılar, yakıyorlar ve kendilerine karşı çıkanları yenilgiye uğratmak için, her yolu mübah gören bir anlayışla, bağlılarını, dinî kavramlarla da afyonluyorlar.
Özlem Zengin hanım, geçen hafta, ellerine geçen bazı bilgi veya iddiaları dile getirdi. Şahsen, o gibi iddiaları ifade ederken, her kim olursa olsun, daha dikkatli olmalarını ve hele de bir hanım olarak, onun öyle bir iddiayı veya tesbiti bir hanım olarak ifade etmemesini isterdim.
Ama, buna karşı üstelik hukukçu- avukat olan bir şerefsiz kişinin, Özlem Hanım için, sosyal medyada yazdığı alçaklığın, Özlem Hanım'a yakıştıramadığım sözlerini dengelemekle hiçbir alâkası yoktur ve onu mâzur göstermeye kalkışmak da kabul edilemez. Çünkü, Özlem Hanım, keşke o yapmasaydı dediğim o açıklamaları yapmış olsa bile; ona karşılık vermeye kalkışan insan müsveddesi ve bozuntusu ise, kapalı ifadelerle ve amma, 'nâmussuzluk'la da ifade edilemeyecek kadar alçakça laflar yazıyordu, sosyal medya denilen lağım çukurunda...
Bu gibi pislikler, milletin bünyesinde olmaması gereken 'artık'lardır.