İçe dönük bir bakışla Müslümanlar olarak kendi kendimize söylememiz gereken şeyler var, evet. Bunlar üzerinde düşünmeli ve yine evet, kılcal damarlarımızda hissedilecek bir sesle kendi kendimize söylemeliyiz:
- İslam’ı doğru öğrenme sorunumuz var.
- Kur’an ölçeğinde ve Peygamber örneğinde yaşandığı çerçevede müslümanca yaşama sorunumuz var.
- İslam dünyası ve “Ümmet” diye nitelenebilecek kardeşliğin hakim olduğu bir İslam dünyası olabilme sorunumuz var.
- Müslümanca yaşayabilmek için uygun ortam inşa etme sorunumuz var. Belki de en temelde “İslam insanı”nı inşa etme sorunumuz var.
- 1.5 milyarlık nüfusla orantılı biçimde, hem dini ilimler, hem dini olmayan ilimler alanında olsun, hem de liderlikler planında olsun yetişmiş insan açığı sorunumuz var. Osmanlı’dan bu yana gündemde olan “kaht-ı rical - adam kıtlığı” derdini halledemedik ve bu, büyük yara olarak İslam dünyasını sancılandırıyor.
- Ve İslam dünyasının bağımsızlık sorunu var.
Bu gerçeklerin ortaya çıkardığı insan unsurundan hangisine “İslam insanı” diyeceğiz ve onun davranışlarından İslam dünyasını sorumlu tutacağız, sorusu belki de en güncel soru durumunda.
İşin sonunda söylenecek olan söz, kendi göbeğimizi kendimiz kesmemiz gerektiğidir. İslam dünyasının ve Müslümanların bir kişilik restorasyonuna ihtiyacı vardır ve bunun kodları İslam’da mevcuttur.
Şunu da söyleyelim ki, bu noktada İslam dünyasının Batı’dan öğreneceği bir şey yoktur. Batı geleneği belki insanın en çok deformasyona uğratıldığı bir gelenektir. Ben, İslam dünyası gerçek anlamda İslam dünyası olsa, Batı’ya da söyleyeceği çok şey olduğuna yürekten inanıyorum.
Buradan, İslam dünyasının problemli yapısında bizzat Batı’nın tayin edici rolüne gelmek gerekiyor.
Acaba Batı İslam dünyası denince karşısında neyi görüyor?
İslam dünyasının en gelişmiş ülkelerinden birisi olan Türkiye’yi bile bünyesine eşit, denk bir paydaş olarak almakta tereddüt eden Avrupa, nasıl bakıyor İslam dünyasının dün sömürge olarak iliğine kadar sömürdüğü İslam vatanlarına?
Sovyetler için neydi Türki Cumhuriyetler, Kafkasya, şimdi Rusya için nedir? Çin için Doğu Türkistan nedir?
Amerika için Sisi ile Mursi’nin farkı nedir?
Tayyip Erdoğan ya da Ahmet Davutoğlu, veya Necmettin Erbakan neden farklıdır diğer bazı Türk devlet adamlarından? Ecevit neden Irak’ta Amerika ile başka politikalar icra ettiğinde farklı muamele görmeye başladı, Menderes ve Demirel Rusya ile iş tutmaya başladığında boy hedefi oldu?
Batı nasıl bir İslam’la ve Müslümanla münasebet kurmak istiyor, sorusu yabana atılır bir soru mudur?
- 1.5 milyarlık İslam dünyasının neden BM Güvenlik Konseyi’nin daimi üyeleri arasında bir temsilcisi yok, sorusu neden dünyadaki güç odaklarında rahatsızlık uyandırıyor?
Bir örnek üzerinde duralım: İslam dünyasının önünde İsrail’in işgali altında ölüm kalım savaşı veren bir İslam yurdu olarak Filistin var. Üstelik İsrail vahşetini, Batı’nın açık - örtülü desteği ile gerçekleştiriyor. Filistin’in bütün çığlıkları Amerika’ya çarpıp kayboluyor. İşte Fransa’daki yürüyüşün Müslüman zihnindeki tüm yansıması, “Tamam, cinayetlere karşı çıkalım ama, elinde Filistinli çocukların kanı bulunan o Netanyahu’nun orada ne işi var? 50 devlet adamının katıldığı böyle bir yürüyüş Gazze için yapılmadığı takdirde hiçbir şey inandırıcı olmaz” şeklinde kelimelere dökülmüştür. Bunu önleyebilir misiniz?
Mısır’ın başına Amerika’nın sırtını sıvazladığı bir generali getirmişsiniz ve onun mahkemeleri, sapır sapır idam cezaları veriyor. Yani deniyor ki “Biz bize kafa tutanın kafasını koparırız.” Eh, koparıyorsunuz da. Böyle bir ilişkinin, geri dönüşünün ne olmasını bekliyorsunuz?
Hep içeriye dönük eleştiriler yapanlara muhtemel ki Batılılar ve onların nükleer serpintilerinden etkilenenler “Aferin” diyeceklerdir, ama onlar, İslam vicdanında, sadece güç odaklarına hoş görünecek sözler söyleyen kurbanlar olarak değerlendirilecektir. Filistin’de çocuk kurbanı, Türkiye’de aydın hatta ilahiyatçı kurbanı...
İçe eleştirel bakarken, gerçekten İslam öncelikli bakmanın da ayrı bir kişilik kalitesi gerektirdiğini vurgulamak istiyorum.