Aslında konuya “kendi öğrencisini seçemeyen üniversite olur mu?” diye giriş yapmak lazım.
Bir üniversitenin akademik anlamda özerkliği, başka şeylerin de yanında, kendi öğrencisini, kendi öğretim üyesini özgürce seçebilmesini gerektirir.
Bir adım daha da ileri gidebiliriz, kendi öğrencisini, kendi öğretim üyesini seçemeyen bir kuruma üniversite demek tuhaf kaçmaktadır.
Türkiye üniversitelerinin kendi öğrencisini seçebilmesi meselesinin zor olduğunun farkındayım, kurumsal kültürümüz bu alanda sorun çıkarabiliyor ama konu zor da olsa mutlaka bu konuya da bir çözüm üretilmesi şart ama bu konuda kafa yoran pek yok.
Üniversitenin kendi öğretim üyesini seçememesi meselesi daha da ciddi bir konu.
Bu alanda da kurumsal kültür sorunlarımız var, tercihler tümüyle üniversiteye bırakılırsa sorunlar çıktığına dair tevatür var, bu tevatür bir noktaya kadar da doğru ama yine de, bazı aksaklıklara kızıp temel prensipten vazgeçmenin maliyeti çok büyük.
Bu konuya bu hafta neden girdim?
Bu yazı gazetede yayınlandığı gün ABD’nin Pennsylvania eyaletinde Philadelphia’da çok büyük bir akademik iş piyasası kuruldu.
Üniversitelerde iş arayan herkes bu şehre geliyorlar, yaklaşık bütün üniversiteler de burada, daha önce açık kadrolarını ilan ediyorlar, piyasada bir anlamda arz-talep karşı karşıya geliyorlar, adaylar üniversitelere, şirketlere, araştırma kurumlarına başvuruyorlar, üniversiteler, şirketler, vs. kendi tercih ettikleri elemanlarla ilişki kuruyorlar, görüşmeler gerçekleştiriyorlar ve adayların bir bölümünü kendi kurumlarında istihdam etme kararı alıyorlar.
Aldığım bilgiye göre istihdam kararları, görüşmelerin gerçekleşmesinden sonra bir günle bir ay arasında adaya bildiriliyor; üniversiteler kendi yetkili organlarında bu kararı alıyorlar, kimse de karışmıyor bu kararlara
Bu akademik istihdam pazarına son senelerde Türkiye üniversiteleri de, vakıf ya da devlet üniversiteleri katılıyorlar ve çok da iyi yapıyorlar.
Ancak, ortada bir büyük bürokratik ve ahlaki mesele var bizim için.
Bırakın devlet üniversitelerini, vakıf üniversiteleri bile Türkiye’de öğretim üyesi istihdam edebilmek için gazetelere ilan vermek, başvuran adaylar arasında da saçma sapan bir değerlendirme yapmak zorundalar.
İstihdamı gerçekleştirecek üniversite adayların sınav sonuçları, KPDS (kamu personeli dil sınavı) notları, üniversite notları üzerinden belirli bir hesaplama yapmak ve adayları bu sonuç üzerinden sıralamak zorundalar.
Bu konu işin çok anlamsız bürokratik yanı; güya torpil işlemesin diye üniversiteler çok anlamsız bir notlama, bir sıralama gayreti içine sokuluyorlar.
Meselenin bir de çok vahim ahlaki boyutu var; üniversiteler nihai olarak bildiklerini okuyorlar ve bildiklerini okuyabilmeleri için de kendi yaptıkları sınavlarda çok anlamsız notlama yöntemlerine başvuruyorlar, almak istedikleri adaya yüz veriyorlar, istemediklerine çok düşük not atıyorlar ki aritmetik hesaplamada kendi adayları öne çıkabilsin.
Düşünebiliyor musunuz, üniversite hocaları notlamada açık hile yapıyorlar, yani yalan notların altına imza atıyorlar.
Bir üniversite sistemi düşünün, üniversitelerin istedikleri insanı istihdamını engelliyor, hocaları yalan söylemeye, yalanların altına imza atmaya mecbur kılıyor.
Bir üniversitemizde, çok yakında, bir bürokratın, herkesin, eksiksiz herkesin yaptığı bir işi yüzüne gözüne bulaştırması nedeniyle de bir rektör istifa etmek zorunda kalmış idi.
Üniversitede gençlere yalan resmi evrakların altına imza atmak zorunda öğretim üyeleri ders veriyorlar ve muhtemelen sınavlarda kopya çeken gençleri de cezalandırıyorlar, gayrı ahlaki iş yaptıkları için.
Üniversite sistemimizde galiba herşey, A’dan Z’ye bozuk.