İran 1979 devriminden bu yana Batı tarafından tehdit olarak görüldü. Önce rejimini başka ülkelere ihraç edeceğinden korkuldu. Sonra da bölgesel hegemonya kuracağından. Gerçi İran da boş durmadı ama korkular genellikle abartılıydı.
Şimdi de elde etmeye çalıştığı nükleer silahları, uzun menzili füzeleri ve kültürel yayılmacılığı rahatsızlık yaratmakta. Filistin sorunu karşısında takındığı tutum, İsrail’in hasımlarına verdiği destek pek çok başkentte kaşların kalkmasına neden olmakta. Suriye ve Irak politikası da Türkiye’yi ziyadesiyle kaygılandırmakta.
Bu yüzden bir yandan pazarlıklar sürerken diğer yandan bu ülkeye karşı ambargolar uygulanmakta. İsrail Amerika’yı askeri müdahaleye ikna etmeye çalışmakta. Onlar da kuyruğu dik tutmak için muharebe yeteneği kuşkulu yeni model uçakları görücüye çıkartmakta, uzaya maymun yolladığını iddia etmekte.
***
Oysa İran kendi başına bırakılsa, ona normal bir devletmiş gibi davranılsa, rejim çoktan çökecek, bu ülkede de Arap dünyasında olduğuna benzer bir değişim yaşanacak. Sadece geçtiğimiz hafta içinde İran Meclis’inde yaşanan olaylar bile sistemin ne kadar kırılgan olduğunu anlamamıza yeter.
Bir ülke düşünün ki Cumhurbaşkanı Meclis’inde konuşma yaparken Meclis Başkanı’nın kardeşini yolsuzlukla suçluyor ve ardından da o ülkenin Meclis’inden kovuluyor. Dünyanın hiçbir yerinde böylesi bir durum yaşanmaz. Yaşansa da Meclis Başkanı ve Cumhurbaşkanı görevde kalamaz.
Sanmayın ki böyle şeyler İran için normal. Hiç değil ve rejimin ne kadar kırılgan olduğunu, kendi içinde ne denli çatladığını gösteriyor. Belli ki İran siyasetindeki yarık artık telafi edilemez, birleştirilmez hale gelmiş. İran rejimini bir arada tutan tek şey var o da Batı karşıtlığı.
Batı karşıtlığını devreden çıkartsanız var olan siyasi çatlak çok daha büyüyecek ve İran ciddi bir değişim yaşayacak. Ama ne yazık ki bu ülkeye dışarıdan bakanlar İran halkına kendi kaderini tayin hakkı tanımıyor, değişimin önünü kesiyor. Batı karşıtlığında safların sıklaşmasına neden oluyor.
Halbuki İran’da değişim pek çok Arap ülkesine oranla çok daha kolay. İyi ya da kötü seçimler yapılıyor. Her ne kadar seçmen iradesi tanrısal iradenin tekelini elinde bulundurduğunu iddia eden Koruyucular Konseyi tarafından kısıtlanmış olsa da, seçmen adaylar arasında seçim yapabilme imkanına sahip.
***
Diyeceksiniz ki Meclis ya da Cumhurbaşkanı değişse ne fark edecek? Ülkenin dış ve güvenlik siyaseti dini liderin elinde değil mi? Haklısınız, Hamaney ve ekibi anayasal olarak hayati konularda son sözü söyleme hakkına sahip. Ancak Ahmedinecad örneğinde gördüğümüz gibi yürütme isterse siyaseti yönlendirebiliyor.
Ayrıca görev süresi Ağustosta biten Ahmedinecad’ın bir daha seçilemeyecek olması da değişim için İran’a olanak sağlıyor. Eğer Batı baskısı İran halkını sertlik yanlısı ve otoriter eğilimli yeni bir adayın etrafında birleştirmezse, değişimin ülke içi dinamiklerden tetiklenmemesi çok zor.
Unutmayalım ki ambargo insanların canını acıtıyor. Rüşvet ve yolsuzluk olmasa belki yine de katlanacaklar kaderlerine ama Cumhurbaşkanı’nın bile Meclis kürsüsünden en üst düzeydekileri yolsuzlukla suçladığı bir ülkenin yolsuzluğa katlanmasını beklemek gerçekçi değil.
Umarız bu ay sonunda gerçekleşecek olan P 5+1 ile İran arasındaki görüşmelerden kriz çıkmaz da İran dış baskılar yerine kendi içindeki sorunları konuşur. Cumhurbaşkanlığına dünyayla barışık, ihtirasları ülkesinin imkanlarıyla sınırlı ve tabii ki özgürlükçü biri gelir. İran da rahat eder, biz de, diğer ilgili ülkeler de...