Asıl sorun ne, biliyor musunuz? Onların özgürlük alanının daralması değil (yok öyle bir şey), bizim özgürlük alanımızın genişlemesi.
Çevreciler filan hikâye! Cumhuriyetin ilk yıllarından beri horlanan, ezilen, asılan, kesilen dindar insanların nihayet bir nebze rahat nefes almaya başlamalarını içlerine sindiremeyen Kemalistlerin isyanı bu.
“Allah”, “İnşaallah”, “Maşaallah”, “Elhamdülillah” deyip duran bir adamın başbakanlığına tahammülsüzlük.
Bir de eğilmiyor, bükülmüyor, zerre kadar eziklik göstermiyor ya karşılarında; bu memleketin sahibiymiş gibi davranıyor ya; taraftarlarına da bu hissi aşılıyor ya; “Atatürk Türkiyesi”nin -adı üstünde- sadece “Atatürk”e ve O’nun sadık kullarına ait olduğunu zanneden fanatikler çıldırıyor!
Bir zamanlar Cumhuriyet gazetesinin şöyle bir başlık attığı rivayet edilir: “Halk plajlara hücum etti, vatandaş denize giremiyor.”
Vatandaş: Antik Yunan demokrasisinde hak-hukuk sahibi Atinalılar.
Halk: Antik Yunan demokrasisinde enselerinde boza pişirilen taşralılar, köleler.
Taksim’de Mustafa Kemal heykelinin önünde askerî selamla esas duruşa geçen fanatikler şöyle diyorlar adeta: “Atam! Halk özgürlüğe kavuşuyor, vatandaş halkın ensesinde boza pişiremiyor. Medet!”
Güya Erdoğan diktatörlüğüne başkaldıran tiplerin İstanbul’da, Ankara’da başörtülü hanımlara sözlü ve fiilî saldırılarda bulunmaları, İzmir’de sabah namazı cemaatine “minare ...ze girsin”, “sizin dininizi-imanınızı...” diye küfretmeleri, mütedeyyin insanlara duyulan amansız kinin ve Kemalist diktatörlüğe duyulan korkunç hasretin tezahürü değilse nedir?
“Birisi çıkıp şu Tayyip’i öldürsün artık!” diye bağıranlar var...
“Devrim yapacağız, hepinizi asacağız!” diye bağıranlar...
Bağırmanın ötesine geçerek Başbakan Erdoğan’ı ‘infaz’ etmek için Dolmabahçe’deki başbakanlık yazıhanesine, Ankara’daki başbakanlık binasına yürüyenler bile oldu.
Muhalefetteyken bunlara cüret edebilen, muhalefetteyken sokaklarda dindar insanlara pervasızca saldırabilen -çoğu CHP seçmeni- bu barbarların iktidarda neler yapabileceklerini varın siz hesap edin.
Onlar özgürlükçü değil, demokrat değil; onların dilinde özgürlük ve demokrasi düpedüz diktatörlük demektir.
Diktatörlük de düpedüz özgürlük ve demokrasi demektir.
Herkes için özgürlük, herkes için demokrasi; Kemalistlerin, oligarşistlerin kâbusu.
Onlar sayesinde Türkiye’yi dünya siyasetinin kıyısında tutabilen, onlar sayesinde İslam dünyasının diriliş potansiyelini kontrol altında tutabilen, onlar sayesinde emperyalizmin bekasını temin edebilen Batı’nın da kâbusu.
“Ne güzel bir Türkiye vardı” diyor Batı; “Dünyada zerre kadar bir artı değer üretmedikleri halde kendilerini dev aynasında gören ve fakat sadece kendi halklarına devlik taslayıp bize gelince hadlerini bilen Kemalist elitlerin Türkiye’si... Dünyaya kazandırdıkları onca değere rağmen aşağılık kompleksinden geberen, Kemalist elitlerin karşısında un ufak olan, hele bizim karşımızda zaten yerin dibine batan Müslümanların Türkiye’si... Kapımızda el pençe divan duran, istediğimiz gibi aşağılayabildiğimiz, itip kakabildiğimiz bir Türkiye... Tam ağzımıza layık... Sonra Erbakan denilen adam çıktı, arkasından bu Erdoğan belası... Erbakan’ı Türkiye’deki kullarımızı kullanarak vakitlice devirdik, ama Erdoğan kâbusu bitmek bilmiyor... Karşımızda dik duruyor, haddini bileceğine bize haddimizi bildirip duruyor, Ortadoğu’dan Güney Amerika’ya kadar her yerde emperyalist tezgâhlarımıza çomak sokuyor, Siyonizm’e bile alenen meydan okuyor ve yaptığı her şey yanına kâr kalıyor, ama arkasındaki korkunç halk desteği ve de Türk Ordusu’ndaki darbeci damarın kesilmesi yüzünden -ayrıca da Saddam veya El Kaide ile filan aynı kefeye koyarak üstüne yürümenin imkânsızlığı yüzünden- bir türlü işini bitirmiyoruz... Tek yol, Gezi Parkı gibi mevzuları kullanarak Türkiye’yi kaosa sürüklemek ve kaosun Erdoğan’ı yıpratmasını ummak... Ama o da olmayacak galiba. İyisi mi AK Parti Genel Merkezi’ne gidip bağlılıklarımızı bildirelim. Bir dahaki Kemalist ayaklanmaya kadar.”
Yeri gelmişken: İran’daki Hamaney rejimi de Kemalist diktatörlüğün ihyasına çok sevinirdi.
Onu da anlatırız.