Naci Çelik’in gönderdiği Kemal Tahir’in çerçeveli fotoğrafına bakıyorum duvarda asılı duran. Kafamda düşüncelere düşünceler, birbirini iterek kavgaya tutuşmuş.
Kemal ağabey, elinde kehribar tesbihi, elleri arkasında, gene halıyı aşındırıyor. O tok sesiyle de anlatıyor:
“Yanılmışız arkadaş. Batının Osmanlıyı batılılaşmaya zorlayan unsuru teknik ilerleme falan değil. Batı dediğin kaltaban 1400’lerde palazlanmaya başlamış. Ve anamalcı bir insan türü çıkmış ortaya. Bildiğin kapitalist işte. Batı’ya da yabancı. ”
Kemal Ağabeyin dediği bu “unsur” yeryüzüne, insanı sömürmek amacıyla çıkıyor. Önce ailesini sömürüyor. Ardından komşunu, mahallesini, yaşadığı kenti. İyiden iyiye semirip kuvvetlenince ülkesinin damarlarını emiyor, sonra da dünyaya yöneliyor.
“Osmanlı bunlarla alışverişe giriyor. Ama anamalcıyı kesmiyor alışveriş. ‘Bizi anlayacak, bizimle çalışacak adamlar yetiştireceksiniz.’ diye dayatıyor ki haklıdır. Asıl yapılması gereken odur. Bizim Müslüman milletin anamalcı unsur yaratamamasının nedeni inancımızın ve toplumumuzdaki temel koşulların o insanı yetiştirmeye elverişli olmamasıdır.”
Ne demektir batılılaşmak? Batı sömürüsünü fırsat bulduğun her yerde uygulamaktır elbet. Eğer sömürmek gibi bir niyetiniz ve amacınız olmamışsa ki Osmanlı’da olmamıştır, batılılaşmayı neyin sırtına bindireceksiniz? Temeli ne olacak? Boyun bağı mı?
Gaddarlığa soyunmak için batı anlamında sömürüyü mümkün ve yararlı saymak gerek. Bakınız III. Selim döneminde ne batılılaşmak ne de eskiye sarılmak kurtarıcı olabiliyordu. İlerici dediklerimizin istekleri batılılaşmayı gerektiren öğeleri oluşturdu. Gerici dediklerimizse alan değil veren devleti desteklemiş, batıyla ahbaplığa evet derken batılılaşmaya karşı çıktığından kellesinden olmuştur.
“Osmanlı öyle bir yere gidiyordu ki, eskiyi korumak imkansız. Batı da bir seçenek, bir kurtuluş sunmuyor. Ne de eski Osmanlı’yı sürdürmek, eski kurumları yeniden düzenleyerek o günkü dünyanın hakkından gelmek mümkün. Eğer Abdülhamid tahttan indirilmeseydi, Çar alaşağı edildiğinde, Rusya iç savaşa düştüğünde, diğer batılı güçler gözlerini bizden alıp Moskova’ya çevirdiklerinde o satranç ustası iş başında olsaydı, yedi yıl kazanacaktık. Bu sürede bizim batıcılar belki dört elle yapıştıkları unsurun onları ölüme götüreceğini fark ederlerdi. Etmeseler bile Abdülhamid onlara gerçeği anlatırdı bir bir. En azından bizi cihan harbine sokmazdı, ne yapıp edip.”
Herhangi bir şeyi aynen alıp sırtına geçirmek, ruhuna işlemek ölümdür. ‘Bana benzeyeceksin ki dipten doruğa mabadı kurtarasın’, yalanı nice milletin sonu olmuştur. Batıcılıkla Turancılık el ele Osmanlıyı öldürmüştür. Sosyalizmi de bizim bünyemiz elinin tersiyle iter. Tabi bütün bunları harfi harfine alıyorsanız; herhangi bir biçimde bünyenize uydurmuyorsanız.
“Esir Şehrin İnsanları mütareke yıllarını anlatır. Başına şunu yazmıştım: ‘Teslim olmak başka şey, esir düşmek başka. Seni sevmek başka şey hürriyet uğruna dövüşmek başka. “Biz milletçe hiç bir zaman teslim olmadık, pes etmedik. Esir düştük, arkamızdan hançerlendik. Biz mutfak bıçakları, kasap satırları, çakar almazlarla hürriyetimiz, inancımız, insanlığımız için savaştık. Onun için biz YÜCE BİR MİLLETİZ arkadaş; bunu sakın unutma!”