ABD Dışişleri Bakanı John Kerry önceki gün son kararın verilmiş olduğu intibası doğuracak bir netlikte çıkıp konuştu; “kimyasal silahın kimin emriyle kullanıldığına dair elimizde kesin kanıtlar var dedi. Handiyse o kürsüden ayrılıp çift kanatlı kapının ardında gözden kaybolduğunda ABD’nin “solo harekatı” başlayacak gibiydi.
Savaşlar, uluslararası bağlayıcılığı olan sözleşmeler, kurumlar, “vicdan siyaseti”... Bütün bunlar sivillerin korunmasını ve adaletin tesisini mümkün kılmıyor. Aynı anda çok sayıda kişiyi öldürme kapasiteli silahların (kitle imha silahları) geliştirildiği savaş teknolojilerine sahip olmak mesela bu ülke İsrail ise ABD için sorun teşkil etmiyor ama İran’ın nükleer silah geliştirme kapasitesi bu ülkeye yönelik bir müdahalenin hep masada tutulmasına sebep oluyor.
Saddam Hüseyin İran’a karşı kullanırken, Halepçe’de binlerce Kürt vatandaşını kimyasal silahla bir gecede katlederken sesi çıkmayan ABD, sonradan [“aaa yokmuş” olduğunu öğrendiğimiz] kimyasal silah üretim tesisleri bahanesiyle Irak’ı işgal edebiliyor.
Demek büyük devlet olmak böyle bir şey!
Kerry, Suriye’de 1400’den fazla sivilin kimyasal silahla öldürülmüş olması gerçeğini “kırmızı çizgimiz aşıldı” sözleriyle paketliyor. (Şu vakte kadar öldürülen 100 binden fazla kişi savaş zayiatı yani!) ve Suriye’ye yapacakları operasyonu müttefiklerimize karşı kimyasal silah kullanılması ihtimaline karşı ön almak olarak meşrulaştırıyor.
Ehh biraz da “Biz Amerika Birleşik Devletleriyiz” diyor.
Buna sessiz kalırsak el alem ne der!
Esed neden vazgeçilmez?
Kerry’nin konuşmasının hiçbir yerinde Suriye’deki iç savaşın yol açtığı katliamlar yoktu, yerinden ettiği insanlar, yetim bıraktığı çocuklar yoktu. Kimyasal silah kullanıldığına dair istihbaratları vardı; evet, ama önümüze diziline kefenlenmiş o küçük bedenlerden söz eden yoktu.
ABD gözü yaşarmadan müdahale edecek, ederse tabi... Zira amaç Esed’i devirmek, rejime son vermek ve savaşı bitirmek değil. Bu, Beyaz Saray’ın resmi açıklaması. Nokta.
Peki, bugün Suriye’ye yapılacağı düşünülen müdahale ile Irak’ın işgalini aynı kefeye koymak ve anti emperyalizm diskuru ile “savaşa hayır” demek, “bütün savaşlar kötüdür” önermesini örneklerle çoğaltmak doğru bir yaklaşım mı?
Böyle düşünenler şu an Suriye’deki dramı nasıl tanımlıyorlar? “Sakallı teröristler birkaç yıl daha sabretseler sandıkta değiştirebilecekleri meşru bir lideri ve rejimi terör eylemleriyle devirmeye çalışıyorlar.” Herhalde böyle düşünüyor olmalılar. Yoksa nefes alamayan o çocuk görüntülerinin ABD yapımı bir aksiyon filminden olduğunu mu zannediyorlar.
‘Sakallı teröristler’ jargonu
Hadi açık konuşalım; “Mısır’da liberal-laik-sol-Hıristiyan koalisyonu bir devrim yaptı ve Müslüman Kardeşler onların devrimini çaldı. Bunun üzerine devrimin gerçek sahipleri ‘demokratik bir darbe’ ile Müslüman Kardeşler’in gasp ettiği devrimlerini geri aldılar. Batılı devletler de bu ‘demokratik darbe’yi desteklemek zorunda kaldı.”
Suriye’de İslamcı tonun ağır bastığı bir ‘sandık rejimi’ kurulmamalı ki sonradan darbe yapmaya gerek kalmasın. Darbeyi desteklemek biraz ayıp kaçıyor tabii!
Böyle düşünüldüğü için Esed rejimi İran ve Rusya’nın ve tabii Hizbullah’ın da desteğiyle savaşı bir mezhep savaşına çevirebildi.
Şimdi demokrasiyi İslamcılara emanet etmekten ödü kopan ABD “Esed’e dokanmayız, rejimi değiştirmek gibi bir derdimiz yok”, şöyle bir uğrayacağız diyor.
“Biz ABD’yiz”, boru değil!
Esed’li bir çözüm Suriye’yi tek parça halinde tutacak formüllerin masada konuşulabilmesine imkan tanır mı? Bence bu imkansız. Suriye’deki tüm unsurların yeniden bir arada yaşayabileceği bir model isteniyorsa bu ancak Esed ve Baas rejiminin devre dışı kaldığı bir vasatta ihtimal dahilindedir. Aksi durumda barış zaten imkansızdır.