Elvan’ın bir arkadaşı “Beni satrançta yenersen sana küserim” demiş. Bizimki kara kara düşünürken “Bile bile yenilmem lazım. Çünkü en iyi arkadaşım” diyordu...
Arada bir, önceki yazdıklarıma hatta ilk yazdıklarıma bakıyorum... Epey eğlenmişim, küçük kuzularım minicik birer bebekken. Odalarını nasıl dekore ettiğimi yazmışım, anne sütü hakkında bir şeyler çiziktirmişim, ilk adımları, ilk doğum günleri... Sonra sıra iki yaş sendromuna gelmiş, ardından beş, altı... Yıllar geçtikçe sanki biraz daha ciddileşmiş konular. Artık yaşına uygun oto koltuğu seçimi değil arkadaşlık ilişkileri üzerine kafa patlatmam gerekiyor. Çok da ‘öğreten anne’ moduna girmeden hayatlarında karşılaştıkları ‘duygusal şantajlara’ nasıl karşı koyacaklarını anlatmaya çalışıyorum.
Kerem, birinci sınıftayken kaybettiği kalem kutusu kapağını bulan arkadaşının “Bana sakız alırsan kapağı sana veririm” dediğini anlatmıştı. Ben bir güzel anlattım, eşyasının ona ait olduğunu, arkadaşının onu alıkoyamayacağını ve en önemlisi bu konuyu öğretmeniyle paylaşması gerektiğini... Bizimki ne dese beğenirsiniz! “Ama öğretmen ona kızar. Arkadaşım üzülür, o üzülünce ben de üzülürüm. Üzülmek istemiyorum!” Bu cevap üzerine de azıcık kafa patlatıp “Öğretmenin kızılması gereken konularda kızabileceğini” söylemiştim de “Arkadaşı üzüldü diye üzülme” kısmı biraz sancılı olmuştu. Duygularımızı başkalarına göre yaşamamamız gerektiğini anlatıyorum hala...
Tüm bunları bana hatırlatan ise Elvan’ın teybi başa sarması oldu. Dün gece yatmadan evvel “Anne yaşasın yarın satranç dersi var” dedi coşkuyla, saniyesinde de söndü o hevesi... “Ama bir arkadaşıma bile bile yenilmem lazım” deyiverdi. “Yaa bile bile yenilmek nasıl oluyor? Niye ki?” dedim, “En iyi arkadaşım, onu yenersem bana küseceğini söylüyor. Yenilince üzülüyor. Ancak o benim bir piyonumu alırsa ben onun bir piyonunu alabilirmişim. Öyle söylüyor” diye anlattı bir nefeste. Artık deneyim sahibiyim ya, konuyu öğretmeniyle paylaşıp paylaşmadığını sordum. Paylaşmamış. Önce bu konuda hemfikir olduk. Bu gibi durumları öğretmenine anlatması gerektiğini söyledim. Sonra da karşılıklı soru ve cevaplarla kızım “Bir oyunu kazanabileceği, kaybedebileceği ama bile bile kaybetmenin en çok kendine haksızlık etmek olduğu ve bunu yapmaması gerektiği” sonucuna vardı.
Ertesi gün ne yapacağını merakla beklerken “Günaydın öğretmenim” der demez bu durumu anlattı. Öğretmeni arkadaşıyla konuşacağını söyleyince gidip dolabına eşyalarını yerleştirdi. Akşam almaya gittiğimde öğretmeni gülerek “Benim konuşmama gerek kalmamış. Elvan konuşmuş, bana öyle dedi!” deyince pek meraklandım ben de. Bizim küçük kız, arkadaşını yenmiş, “Hiç taşı kalmadı. Buna çok üzüldü ama ben de ona ‘Kazanmak istiyorsan kendine güven’ dedim. O güveniyormuş. ‘O zaman kalpten güvenmen lazım’ dedim. Yine en iyi arkadaşım o” derken yüzünde güller açıyordu. Ben de derin bir “oooohhh” çektim. Şimdilik işlem tamam...