Okuyucularla Hasbihal..
Pazar günlerini 'okuyucu görüş ve eleştirileri'ne ayırdığımız bir Hasbihal'e daha; hayırlı çalışmalar dileğiyle, okuyucuları selamlayarak başlıyoruz.
*South Carolina'dan Prof. Necati Engeç Manisalı dostumuz, Ramazan Bayramı günlerinde, Hacı Bayram Velî'den bir 'nefes' göndermiş:
Tane tane, dikkatlice okursak, taşıdığı derin irfanî dünyadan bir çok mânaları daha iyi anlarız, herhalde:
'Cân bula, cânânını.. Bayrâm ol bayrâm ola..
Kul bula Sultanını.. Bayrâm ol bayrâm ola..
Hüzn-i keder def' ola.. Dilde hicâb , ref' ola..
Cümle günâh affola.. Bayrâm ol bayrâm ola..
(...)
Feyz-i mehabbet-i Hakk, Nûr-i hidâyet siyâk..
Cennet-i â'lâ durak.. Bayrâm ol bayrâm ola..'
Gecikmeli de ola, Necati Hoca'ya bayram tebriklerimizi ve teşekkürlerimizle..
*Özgürder Gn. Başk Rıdvan Kaya da kardeşimiz, 4 Nisan, tarihli yazımız üzerine şunları yazmış:
'Gazze konusunda sarfettiği akıl almaz sözleriyle İslam dünyasında büyük endişe ve nefrete yol açan Trump, sonrasında da attığı her adımla tüm dünyayı daha da geriyor. inşallah iktidarı sürecinde tüm dünya halklarının ABD'den daha fazla nefret etmesine şahit olacağız. Bu fanatik Siyonist manyağın Batı cephesinde yol açtığı tüm ayrışma ve çatışma kuşkusuz dünya mazlumlarının lehinedir.'
*Berlin'den Hakkı büyükbaş diyor ki: 'SA. âbi, İstanbul'da aşırı bir üniversite ve üniversite öğrencisi yığılımı var.. Bu üniversitelerin bir kısmı yeni misyoner okulları durumunda olan Vakıf Üniversiteleri.. İçinde yaşadıkları toplumun meselelerine kafa yormaya başlayan öğrenciler boş zamanlarında Gezi Parkı ve şimdilerde de bir takım protesto gösterileri ve boykot uygulamalarında olduğu gibi sürekli istikrarsızlık unsuru ve sürekli bir güvenlik meselesi olmaktan haz alıyorlar, büyük işler yaptıkları kanaatine saplanıyorlar; dış güçlerin maşaları olduklarını bile bilecek durumda değiller.'
*Cemal Aydın dostumuz, 'l'Algérie avant la colonisation..' (l'Aljeri avant la kolonizasyon / 'Kolonileştirme öncesinde, Cezayir) isimli bir videonun tercümesini göndermiş..
O videoyu özet olarak aktaralım: 'Osmanlı, 2. Mahmûd döneminde, içerde derin sosyal çalkantılar ve karışıklıklar içindeyken, Fransızlar 1830 yılında , (Osmanlı'nın) Cezayir vilayetini, 'Vahşileri Medenileştirmeye Gidiyoruz..' diyerek işgale başladılar.. (...) Doğruyu itiraf eden bir Fransız komutanın hâtıralarından aktarılan bilgiler ilginçti.. Deniliyordu ki, 'Cezayir'deki erkeklerin hemen tamamı okuma-yazma ve hesap işlemlerini yapmayı biliyorlardı.. Ama, o dönemde, Fransız erkeklerinin yüzde 40'ı okuma yazma bilmiyordu..'
-Evet, emperyalistler, hele de müslüman coğrafyalarını işgale giderken, onların vahşi olduğunu ileri sürüyorlardı, ama, asıl vahşilerin kimler olduğu sadece şu son 100 sene içinde bile görüldü.. Cemal Aydın kardeşimize teşekkürler..
*Mehmet Arı isimli okuyucumuz da, 'Vandalizm, mandalizm' başlığı altında, ülkede son zamanlarda gerilmek istenen siyasî atmosferdeki tehlikelere işaretle diyor ki: 'İnsan eksik yaratılmış bir varlık gibi. Yaşamak için yiyeceğe, sağlığa, insanlara, uykuya ihtiyacı var. Kendini güçlü ve güvende hissetmek için dışardan bir desteğe ihtiyacı. Aile, toplum, devlet, millet güven içinde yaşamak Allah'ın insanlara verdiği nimetler.
Aynı şekilde insanların sıkıntılı zamanlarında sığınacakları bir tanrı inancı, onlar için büyük bir dayanak oluyor..
Ateist- laik şu veya bu eğilimler-görüşler, putperestlik anlayışları, 'tanrı / ilâh' profilini insana vermeye kalkışmıştır.. Bu da, vandalizme yol açıyor. Çünkü, başka bir üst otorite veya inanca bağlı olmayanlar, her şeyi sorumluluk duygusu taşımaksızın yapmayı kendisine bir hak olarak görüyor ve kendilerini 'tanrı' gibi görüyorlar....
Diktatörlerin en çok da, 'tanrı' inancı olmayanlardan çıkması boşuna değil.. Çünkü, kendilerini 'tanrı' sanıyorlar ve yönettikleri toplumun bugün ve yarınlarının hayatını da kendi istedikleri ve hayal ettikleri veya kendilerine dikte edilen şekilde yönlendirmeye çalışıyorlar.
*
*Yaşar Baş kardeşimiz de -özetle- diyor ki: Mahatma Gandhi, Hindistan'ın istiklâl mücadelesi yıllarında İngilizlere ve İngiliz mallarına karşı boykot yaptırıyordu.. Ve bu yöntem, netice alınmasında etkili de olmuştu.. Ö. Ö de, Gandhi gibi boykot yapmaya kalkıştı.. Ama, Gandi, dış düşmana karşı boykot uygulatırken, 'dandi'ye dönen Ö.Ö, ülkemizin bir siyasî partisinin lideri olarak, içerdeki ekonomiyi vurarak, iktidarı zayıflatmak ve kitleleri tahrik etmek istedi.. Daha da ilginç olan, şu ki, Ö.Ö, yanlış bir marka için de boykot çağrısı yapmış ve sonra o ismi yanlış olarak açıkladığını belirterek sözünden geri dönmüş ve özür dilemişti.. 'Modern seküler bir tarikat'a dönen bir muhalefet partisinin tarafdarlarının, 'ne olur, ne olmaz..' diye o gün en çok alışveriş yapanlar da kendileri olmuş.. Yani , yüzlerine gözlerine bulaştırmışlar..
Bunlar mı ülkenin daha iyi yarınlara hazırlanmasının öncüleri olarak kabul edilecekler..
*Bosna'dan Hilmi Güner kardeşimiz de diyor ki: Ülkemizde iç ekonomiyi 'bizim olanlar ve bize karşı olanlar' diye ticaret hayatında düşmanlık icad etmeye çalışanlar eğer çok ahmak değillerse, emperial güçlerin oyuncağıdır ve bu öneriyi uygulamaya koyma çağrısı yapanlar ve ona katılanlar da aynı şekilde..
Ben Bosna- Mostar'daki kardeşlere bu aptalca siyaseti izah etmekte zorlanıyorum ve bu ahmakça tahrikleri burada hep birlikte lanetliyoruz..
*Metin Bucaklı isimli okuyucumuz da Burdur'dan yazmış ve Sultan 2. Abdulhamîd üzerine yorumlar yapmış.. Osmanlı Devleti'nin yıkılmasına engel olmak için, kendinden önceki hele de 100 yıllık seleflerine göre geniş ufuklu içinde olmuş, derin düşüncelere kafa yormuş birisi.. Ama, elbette bazı yanlışları da var.. Ama, o dönemim önde gelen Müslüman isimlerinden niceleri bile, kendi dünya görüşlerine de düşman olanlardan daha geride olmayan bir yaklaşımla, 2. Abdulhamîd'i yerden yere vurmak yarışına katılmışlardı.. Bu isimler sonra yaşananları da gördüler, ama, açıkça, o yıkılışta âdeta kendilerinin de büyük hataları olduğunu gizlemek için, sanki bütün o siyasî çalkantılar içinde yokmuş ve uzaktan seyretmiş gibi, 'Büyük hatalar yaptık.. Allah'tan da, İslam Ümmetinden de bizi affetmelerini bekliyoruz..' gibi özür bile dilemediler' diyor.
-- Evet, bu okuyucumuzun yazdıkları da böyle.. O görüşlere şahsen de katılıyorum.. Gerçekten de '2. Abdulhamîd' Osmanlı'nın en azından son 300 yılındaki Devlet başkanlarının içinde en derin ve geniş ufuklu birisi.. Ama, gönül isterdi ki, 15 Temmuz 2016'daki büyük ihanet karşısında ölümü göze alarak kesin kararlı bir direniş sergileyen Tayyib Erdoğan kadar yürekli bir direniş sergileseydi.. O ise, Müslümanların Halifesi sıfatını da taşıyan bir isim olarak, kendisinin tayin ettiği bir Şeyhulislam'ın Elmalılı Hamdi Yazır hocaya yazdırıp, kendi mührüyle teyid ettiği 'azil' fetvâsını huzuruna getiren o zamanki Osmanlı Mebusan Meclisi'ndeki Selanik mebusu Emmanuel Karasso başkanlığındaki ekibi, 2. Abdulhamîd'in güçlü muhafız birlikleriyle korunan Yıldız Sarayı'nda kabul ve boynunu büküp teslimiyet göstermesi, aradan 116 sene geçtikten sonra bile anlaşılır değil.. Halbuki, onları orada 'şöyle buyrunuz..' deyip, oradan çıkmalarına izin vermeyerek, tarihin seyrini değiştirmek yolu denenebilirdi..
Demek ki, en uyanık ve derin ufukluların bile basireti bağlanabiliyor, bazan..
*