2012 yılında Selman Bin Abdülaziz’in veliaht seçilmesiyle Suudi Arabistan’daki taht savaşları son derece keskin bir hal almıştı. Bu tarihten itibaren veliaht olan Bin Salman’ın 6. oğlu Muhammed Bin Salman, yönetimde hızla yukarılara taşınmış ve sonunda da en yeni veliaht olarak ilan edilmişti. Böylece tahtın Abdülaziz Bin Suud’un oğulları yerine torunlarına geçmesinin de önü açılmıştı.
Süreç, Suudi Arabistan’da çok sayıdaki küskün prensin sesini daha fazla çıkarmasına neden olmuş, sonrasında da iktidarın bu kişilere yönelik baskıları artmıştı. Baskılar sonunda bazı prensler Avrupa ülkelerine gitmişler ve gittikleri yerlerde de iktidar aleyhine faaliyet sergilemişlerdi.
BBC’nin dünyaya duyurduğu habere göre, Avrupa’da yaşayan bu prenslerden üçü, aniden ortadan yok oldular. Adını vermek istemeyen ve halen hayatta olduğu ileri sürülen muhalif prenslerden dördüncüsü ise, bu ortadan kaybolmaları teyit eden kişi durumunda.
Prenslerin ortak yönleri
Kayıp prensler, Turki Bin Bandar, Halid Bin Farman ve Suud Bin Saif. Üçünün ortak özelliği Salman iktidarını halkı ve kendilerini sömürmekle ve üzerlerinde baskı kurmakla eleştirmeleri. Bu çerçevedeki en önemli nokta ise söz konusu prenslerin Suudi yönetimini Mısır’da Mursi’ye karşı yapılan darbenin arkasında görüyor olmaları. Dolayısıyla kaçak prensler, Suudi yönetimini Arap dünyasındaki otoriter rejimlerin yanında yer almakla suçlamışlardı.
Prensler ve içerideki muhalefet, Arap kalkışmasının Suudi Arabistan’a uğramamış olmasını halkın yönetim memnuniyetine değil, iktidarın baskılarına ve kesenin ağzının açılmasına bağlamışlardı.
Üç prens de, öldürüleceklerini ifade eden sosyal medya paylaşımları yapmış, ardından, bir Avrupa kentinden diğerine iş için gitmek durumunda bırakılmış, sonra da bindikleri uçaklar Riyad’a inmiş ve kendilerinden bir daha haber alınamamış.
Suudi resmi haber ajansının haberine göre çok sayıdaki prensten biri olan 26 yaşındaki Salman bin Saad bin Abdullah bin Turki Al Saud da geçenlerde kalp krizi geçirip hayatını kaybetmiş.
Kavga, tahtla sınırlı değil
Prensler arasındaki kavganın nedeni miras meselesi olarak açıklanmış olsa da, aslında mücadelenin içinde sadece iktidar savaşları bulunmuyor.
Arap kalkışması sırasında otoriter yönetimler yanında mevzilenen Suudi yönetimi, aynı zamanda Obama ABD’si ile de büyük anlaşmazlıklara düşmüştü. Suudi petrolünün sürdürülebilir kalkınmada kullanılması, kaynakların ülke içinde kalması, dış bağımlılığın azaltılması, yerli savunma sanayinin geliştirilmesi gibi konular iktidarın 2020 vizyonuna konmuş, bu da muhalif prensler ve birçok batılı çevre tarafından Suudi Arabistan’ın reform yapma, özgürlüklerin önünü açma beklentisinin hiç bulunmadığının işareti olarak görülmüştü.
Yine aynı dönemde gerek muhalif iktidar çevrelerinin ve Obama ABD’sinin en temel eleştirilerinin başında Suudi Arabistan’ın Yemen ve Bahreyn müdahaleleri olmuş, ayrıca ülke DEAŞ’ı desteklemekle suçlanıştı.
Ortadoğu’da bir ülkenin küresel düzeydeki yeri ve politikaları büyük güçler tarafından onaylanmadığında, iktidarlara baskı amacıyla öncelikle içerideki memnuniyetsizler muhatap alınır. Zira bu ülkeler muhaliflerini içeride, yanlarında tutmayı tercih etmez ya da edemez; dolayısıyla adeta onları başka güçlere hediye ederler. Muhalifleri bertaraf etme sürecine girdiklerinde ise seçtikleri yöntem, kendilerine yönelik yeni bir baskı siyasetinin malzemesi haline gelir. Böylece bir baskıyı ortadan kaldırmak için seçilen uygulama, bir başka baskının aracına dönüşebilir.
Anlaşılan Suudi Arabistan yeni gerilimlere gebe.