Yıllardan beri şikeyi en acı biçimde yaşamasına rağmen çoğu Trabzonsporlularin 3 Temmuz 2011 sürecinden paylarına düşeni almadıkları çok açık bir şekilde görülüyor. Ondandır ki kahır ekseriyeti oluşturan çekirdekçi taraftar hala forvetten, ortasahaya takviyeden bahsediyor. Bilenler biliyor ki TS, 2010-2011 devre arasında Brozekler yerine Lionel Messi’yi alsa idi, yine en fazla 82 puan alacak ve puan sıralamasında averajla ikinci olacaktı. Şunu görelim; TS’a mevcut düzende biçilen pay lige renk katıp, heyecanlı bir oyun seyrettirmesi, ancak son tahlilde haddini bilmesi ve kurtlar sofrasında hakkından fazlasını istememesidir. 2001 yılında Gaziantepspor Fenerbahçe maçının devre arasında bu gerçeği anlamış, Sivasspor, Gençlerbirliği, Kocaelispor ise hep bu role uygun hareket etmişlerdir.
Tekrar bugüne dönüp bir durum tespiti yapalım. 2011 yılında bizim yıllarden beri dile getirdiğimiz Türk futbolundaki makyavelist oligarşik yapının bize sunduğu ortaoyununun aslında büyük bir yalan olduğunu artık dünyada da bilmeyen kalmadı.
Birinci etik kurulu kararlarında rezillikler o kadar ortaya döküldü ki bu pis kokuyu atanmış ikinci etik kurulu raporu ve disiplin kurulu kararları bile örtmeye yetmedi. Hoş, disiplin kurulu kararları bile uygar bir ülkede ağır cezalar gerektirirdi ancak şükürler olsun ki ülkemiz henüz o seviyede değil...
Daha sonra 16.ACM kararları, UEFA Disiplin Kurulu, CAS ve nihayetinde Yargıtayda biricik ligimizin şikeli olduğu tescillendi.
Zaten FB yöneticileri Şekip.M ve İlhan.E’nun ACM hükümlerini geri bıraktırarak bir süre şike yapmayacaklarına söz verip suçlarını kabul etmelerine karşın hep bahsettiğimiz oligarşik yapı ve onun güdümlü medyası bütün bu gelişmeleri insanlara “şok ceza” “şok karar” olarak duyurdu.
Gelinen noktada kamuoyu üçe bölündü. Satın alanlar, satın alınanlar, seyredip parsayı toplamak isteyenler ve mevcut duruma itirazı olup direnenler. İlk üç grup toplamı toplumun %99’unu oluşturmakta ve bu durum adaletin tecellisi önünde en büyük engel olarak karşımıza çıkmaktadır. Kalan %1lik grubun itirazları marjinal olarak kalmakta ve hakim grubun bir kısmını kızdırmakla birlikte çoğu insanda alaycı bir gülümseme ile karşılanmaktadır. Bir grup insan bütün yukarıda yazılan gerçeklerin bilincinde ve 96 haftadır onurlu direnişlerini kaybetmeleri durumunda aslında herkesin kaybedeceğini insanlara anlatmaya çalışmaktadırlar. Rekabetin olmadığı, sonu belli liglerin yaşandığı ve şikenin suç olmaktan çıktığı ülkede bu mücadele kaybedilirse? Spor, futbol, adalet, hak, hukuk ve tüm ahlaki değerler kaybeder.
Ondan dolayı sadece “Adalet”e güvenerek 96 haftadır direnen TEMİZ FUTBOL eylemcilerinin adı tarihe çoktan kazınmıştır. Aşağıdaki tarihi olay belki Hukuk devletine ve Adalete olan inancın yüz yıllar öncesinde nasıl tezahür ettiğinin anlaşılması için yararlı olur sanırım.
Prusya Kralı Frederik , ormanda içinde bir saray yaptırmaya karar verir. Ancak, saray yaptırmak istediği yerde bir değirmen vardır. Değirmende yaşayan ve aynı zamanda o değirmenin de sahibi olan Sans - Souci adındaki köylü, değirmenini bir türlü satmak istemez . Kral , “O zaman ben de zorla alırım “ diye köylüyü tehdit edince. Köylünün yanıtı hukuk tarihine geçecek niteliktedir . “Siz kral olabilirsiniz, ama Berlin’de yargıçlar var”
Sonra ne mi olur? Kral Frederik’in yaptırdığı sarayın adı günümüze kadar Sans - Souci olarak kalır.
Demem o ki; Temiz Futbol kaybetmesin. Ülkeye yazık olur...