Bu haftaki yazımı yazmak için masa başına oturduğumda Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım’ın Yargıtay’a yaptığı başvurunun reddedildiğini ve kalan 2 yıl 8 aylık cezasını çekmek için yeniden hapse gireceğini öğrendim.
Doğrusunu isterseniz Vaclav Havel ile Milan Kundera arasında bir yazı yazmayı planlamış birisi olarak Yargıtay’ın verdiği bu kararın beni oldukça zor durumda bıraktığını söylemeliyim. Kitap denince İhsan Oktay Anar, sinema filmi deyince sinema tarihinin en kült filmi olduğunu düşündüğüm “Esaretin Bedeli” filmini söyleyen biri olarak, iki yaşına girmemiş bir çocuğun babası Aziz Y.’ nin yeniden hapse gireceğini duymak içimi fena halde burktu.
Yanlış anlaşılmasın. İşlediği suç ile ilgili bir kere olsun nedamet göstermeyen zanlıya üzülmüyorum. Bizce sonu malum olan bu hikâyede herkes kaybetti ama en çok parası ve medya satın alma gücü nedeni ile suçluyu kutsayan toplum kaybetti. Tarım işçileri kaybetti, başaklar, ekinler kaybetti. Kaybedenler kulübünde olduğu halde hiçbir şey yokmuş gibi davranan Aziz.Y. kaybetti. İstanbul’un yerel medyası kaybetti. Türk futbolunu İstanbul’dan tarif eden anlayış kaybetti. Şikeye ve şikeciye kol kanat gerenler ve onların yandaşları kaybetti. Siyah kaybetti, beyaz kaybetti. Sarı, kırmızı, lacivert kaybetti. Kırmızı-Beyaz kaybetti. Renkler kaybetti.
Türk mahkemelerini, UEFA ve CAS kararından sonra gelen bu mahkûmiyetin onanması kararının ardından bütün bu yaşananların en önemli aktörlerinden biri olan Futbol Federasyonu kaybetti. TFF’nin Tahkim ve Etik Kurulu kaybetti. İkiyüzlülük kaybetti. Emeğin karşısına dikilen para kaybetti. Onun hikâyesinden Che Guevara tadında kahramanlık öyküleri çıkarmaya çalışan tüm siyasiler kaybetti. İkide bir inip çıkan tansiyonu ve şekeri izin vermeyeceği için Esaretin Bedeli filmindeki Tim Robbins tadında bir kaçış planı yapamayacağına göre yapımcısı, kurgucusu, yönetmeni, senaristi, başrol oyuncusu; kısacası tekmili birden Aziz.Y.’ olan sözde Türk Futbolu kaybetti.
Şimdi herkesin kendine sorması gereken soru şu:
Bütün bunlara değer miydi?