Türkiye’de ve etrafımızda yaşanan gelişmeler karşısında entelektüel anlamda temerküz eden en ciddi krizlerden birisi de ‘güzelim teorilerin tükenmesi’ oluyor. Özellikle Arap İsyanlarıyla birlikte, sol ve liberal okumalarda bu kriz artık trajik bir boyuta ulaşmış durumda. Bu durumun birkaç temel sebebi var.
Öncelikle, sadece pespaye bir oryantalizme değil, aynı zamanda feci bir zihinsel tembelliğe yol açan ‘ithal düşünme tekniklerinin’ oluşturduğu dengesizlikler var. Türk entelijansiyasının ya da bölgemizdeki laik kampın içerisinden olup biteni açıklamaya çalışan isimlerin büyük bir kısmının benzerlik gösteren özelliklerinin başında ‘ithalata bağımlı düşünce krizi’ geliyor.
Burada basit ‘Batı eleştirisi’ üzerine kurulu bir tenkitten bahsetmiyoruz. ‘Batı’yı (da) okumak’ ile ‘Batı’dan konuşmak’ arasındaki önemli farkın kaybolmasını ele alıyoruz. Mezkûr farkın buharlaştığı her durumda, neredeyse ülke ayrımı bile olmaksızın, İslam dünyasındaki entelektüel görünürlükler bir anda aynılaşmaya başlıyor. Bu yönüyle İslam dünyasındaki İslamcılar arasındaki farklar ve çoğulcu yapılar, laik entelektüellere göre çok daha ileri seviyededir.
Zihinsel tembelliğin ana sebepleri arasında, özellikle Türkiye’de, Cumhuriyet’le oluşan yarılmayla yüzleşmeye cesaret edemeyen entelektüel dünyanın cahil inadı bulunuyor.Ulus devletin oluşturduğu birçok sorunlu başlıkla ateşli bir şekilde yüzleşme arzusu içerisinde olan bu kesimler, konu İslam olunca bir anda derin bir savrulma yaşıyorlar. Kürt meselesinde, Alevi sorununda, vesayet tartışmalarında her türlü pragmatizme, siyaset yapımına, tedrici yaklaşımlara ve pozitif gündeme odaklanmayı belli ölçüde başaran isimler; mesele İslam, hele de İslamcılık olunca, basiretleri hızla kapanabiliyor. Herkesten önce sınıfsal okuma yapması beklenenler ekonomi-politik analizi unutuyor, tercihler üzerinden siyaseti değerlendirmesi gerekenler demokrasi teorisinden istifa ediyor, yapısalcı bir analizle dünyayı açıklayanlar bölgesel krizler karşısında ‘inşa edilmiş’ dinamikleri görmezden gelebiliyorlar.
Bu sorunun en görünür hale geldiği dinamik ise ‘kavramsallaştırma ve soyutlama’ oluyor. Yaşadıkları krizi en kestirmeden yönetmek için de Türkiye’de ve bölgemizde yaşanan gelişmeleri açıklamak adına büyük ölçüde emanet kavramlara ve tercüme faaliyetine başvuruyorlar. Son dört yıl boyunca ortaya çıkan gelişmelere dair verdikleri cevapların basit bir taraması yapıldığında, kullandıkları kavram setinden geliştirdikleri soyutlamalara, projeksiyonlarından analizlerine değin özgün çok fazla bir şey olmadığı görülecektir. İş, dönüp dolaşıp zımnen İslamofobi’den kolaylıkla ayrılamayacak bir İslamcıfobizm’de bitiyor.
Hülasa İslamcılara karşı olmaktan veya İslamcıların tehlikeli olduğunu söylemekten daha öteye giden bir entelektüel faaliyet yapamıyorlar. IŞİD, El-Kaide gibi sinematografik ve gizemli kamuflajların piyasada olduğu bir dönemde, kimsenin arzı endam eden entelektüel sefaleti görmesinin mümkün olmadığını da çok iyi biliyorlar. Yetmiyormuş gibi, İslamcıfobizm’in Batı’da açtığı alanları, davet ettiği kürsüleri görünce, ortaya çıkan iştahın, ahlaki ve entelektüel tutarsızlık eleştirilerini çok rahat neshedeceğinin de gayet iyi farkındalar.
Irak ve Suriye’deki gibi, toplamda bir milyonun üstünde insanın hayatını kaybettiği, kanın bulaştığı ve coğrafya paylaşımı sorunun ortaya çıktığı bir iktidar krizini bile salt ideolojik eğilimler üzerinden açıklama girişimi, kelimenin tam anlamıyla bir entelektüel tükenişe denk geliyor.
En ilkel düzeyde güç ve iktidar kavgasının sebep olduğu bir krizde ‘siyasalı unutmayı’ göze alma cesareti gösterenlerin, entelektüel tutarsızlık konusunda bir sıkıntı yaşamayacakları muhakkak. Lakin basit sorunumuz var: Batı başkentlerindeki neşriyatlardan ‘buraya dair’ yazılıp çizilenleri okumak dururken, sizleri kim ve niçin okusun? Bu soruya, “zaten tercüme ettiğimiz ‘yerler’ okusun diye yazıyoruz”dan farklı bir cevabınız varsa, bilelim!