Sanıyorum bu haftanın ekonomik -simgesel de olsa- en önemli gelişmesi doların 2 TL olması idi. Bu ‘dolar 2 lira olacak’ söylentisi oldukça eski bir ekonomi dedikodusudur. Tabii ki doların 2 lira olması birçoklarının dediği gibi psikolojik bir sınırdı ve bu sınır cuma günü aşılınca ‘belli çevrelerdeki’ sevinç dalgasını gördük.
Ama ben bu ‘sevincin’ kısa süreceğini söyleyeceğim. Çünkü döviz fiyatları başta olmak üzere bütün fiyatlamalar kısa süreli ve yoğun iniş çıkışların sonucu olarak ortaya çıkıyor; dolayısıyla önümüzdeki yeni dengeyi anlatmıyor.
Şu an yeni dengeden oldukça uzağız. Ancak, burada 2 TL seviyesini isteyenlerin amacı, bu seviyenin üstünde spekülatif ataklarla -örneğin hızla 2.20 gibi seviyeleri görmesi- TCMB’nin politika faizi konusundaki direncini kırmak ve Türkiye’nin, yeniden yüksek faiz-gereksiz değerli TL kısır döngüsünün idare ettiği, içerideki finansal oligarşiyi besleyen ‘eski’ ekonomik çevrime geri dönmesidir.
Büyüme ve sıcak para
Türkiye’yi buraya döndürmek basit bir parasal-finansal operasyon değildir. Bu, örtülü yeni bir IMF anlaşmasıdır. Cuma günkü yazımızda anlattık ve Dünya Bankası’ndan aldığımız verilere dayanarak grafiklerini de yayınladık.
Aslında bu süreç, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler için, 2012 başından itibaren başlamış. 2012 başında başta ‘The Economist’ olmak üzere Londra ve Washington kaynaklı ekonomi medyası gelişmekte olan ülkelerin büyüme düşüşleriyle Avrupa’ya yaklaşması gerektiğini söylemeye başladı. Economist dergisi, 2011 Aralık ayında 2012 için yayınladığı öngörünüm notlarında Türkiye büyümesini, bizim Orta Vadeli Program hiç ortada yokmuş gibi, yüzde 2 civarında tahmin ediyordu. Sonra IMF, 2.2 gibi bir öngörüde, daha doğrusu telkinde bulundu. Biz de bu telkin doğrultusunda büyümeyi düşürdük. Ama 2012 yılında Türkiye’ye giren net portföy yatırımları 6 milyar 274 milyon dolarla 2000 yılından beri en yüksek seviyeye ulaşıyor ve Brezilya’nın 5.599 milyon dolarlık net girişlerini de geçiyordu.
Ancak, 2011 yılında Türkiye’nin net portföy girişleri 986 milyon dolarla ekside gerçekleşmişti... Böyle olmasına rağmen Türkiye, bu yıl sanayi bazlı bir büyümeyi 8.8 ile gerçekleştirdi. Üstelik 2009 yılının büyüme düşüşü sonrası 2010 yılında görülen baz etkisi de burada yoktu. Merkez Bankası ve hükümet, bu durumu 2013’ün ilk aylarında gördü.
Londra ve Washington’tan görülen
Ama benzer bir farkındalık, Londra ve Washington cephesinde de vardı. Parasal genişleme diye anlatılan Fed’in banka sistemi ile kendi bilançosu arasındaki parasal cambazlığın oluşturduğu algının, başta Londra olmak üzere Batı merkezli fonların gelişmekte olan ülkelerde kalıcı yatırımlara dönüşmeye başlamasına yardım ettiğini ve bu durumun çok ‘tehlikeli’ olduğunu ilk önce Fed içindeki neoconlar gördü. Örneğin Fed Dallas Başkanı Richard Fisher, bu ekibin başını çekiyordu.
Yine Fisher geçen gün, ‘Fed’in rekor düzeydeki teşviklerinin, imalatı, ekonomiyi toparlayamayacağını söyledi. Yani Fisher, mayıs ayından beri yürütülen operasyonun ekonomik şefi olarak, son altın vuruşu yapıyordu. Ama yine geçen gün, St. Louis Fed Başkanı James Bullard, Fisher’e katılmıyor ve ‘Fed, varlık alımlarının hızını düşürmeden önce ekonomiye yeniden bakmalı, daha zamana ihtiyacımız var’ diyordu. Bullard, Fed’in ‘demokrat’ kanadında yer alan bir başkan olarak bu çıkışıyla Fed içindeki mücadeleyi de açığa çıkarmış oluyordu. Yine geçen hafta, Fisher’e destek gibi bir rapor da Alman Merkez Bankası’ndan (Bundesbank) geldi. Bundesbank da Avrupa Merkez Bankası’nın faiz artırımına gidebileceğini raporda söylemiyor adeta telkin ediyordu.
Dallas FED Başkanı ve General Sisi
Şöyle bir zincir vardır ve genellikle doğrudur; siyaset ekonominin yoğunlaşmış -sonuç- halidir ama savaşlar da siyasetin yoğunlaşmış -sonuç- halini anlatır. Ekonomide bütün bu olan bitene baktığımızda bunun yoğunlaşmış sonuç halini siyasi olanda görüyoruz. Açıkça söylüyorum; Dallas FED Başkanı Fisher ile General Sisi aynı adamdır. Siyaseti bitirip sonucu savaşa yükleyen İsrail’in egemenleri ile Esad ve bizde de teknotrat hükümet isteyen, bunun için de Fed’in neocon kanadının operasyonu sonucu doların 2 TL olmasından fayda bekleyen ulusalcı-liberal (acayip değil mi ulusalcı-liberal; liberal yerine neoliberal mi desek) kanat da şimdi aynı yerdedir.
Obama görmeye başladı
Öte yandan, tam buradan baktığımızda, Suriye’de kimyasal silah kullanan Baas rejimimin de, Mısır’da katliam yapan faşist cuntacı güçlerin de Batı dünyasının tümünden -artık- destek gördüğünü/göreceğini söyleyemeyiz. Türkiye’nin başından beri gördüğünü nihayet ABD’de Obama ve ekibi ile AB’nin genişlemeci güneyi görmeye başladı. Bu kan denizinin onlara da sıçrayacağını gördüler. Bunun için önümüzdeki günlerde Suriye’ye müdahale kaçınılmaz gözüküyor. Obama, geçen gün bir TV kanalında, Chris Cuomo’nun sorularını yanıtlarken, ‘Suriye’deki vahşete ve Mısır’daki kanlı askeri operasyonlara karşı karar almanın eşiğinde olduklarını’ söyledi.
Erdoğan ve Ortadoğu
ABD’de Demokratlar ve AB’de 4. Reich peşinde olan gerici Alman sermayesi onun siyasi temsilcisi Merkel dışında olan geniş bir kesim, Ortadoğu’da Türkiye üzerinden yeni bir denetimleri dışı durum olacak korkusunu artık bir kenara koymalıdır. Bu coğrafyada Erdoğan’ın lider olarak sevilmesi ve bunun Mısır’da İhvan iktidarıyla birleşmesi de başta İsrail olmak üzere batı için büyük bir korku olmuştur. Erdoğan, cuma günü Karadeniz’de ‘Mısır’da olanlar Türkiye’ye de dönüktür’ derken tam da bunu anlatmak istiyordu.
Dolar yıl sonunda ne olur?
Sonuç olarak şunu söyleyelim; önümüzdeki hafta Suriye’ye müdahalenin konturları belli olacak; hatta başlarsa dolar daha da çıkabilir, bunun için finans-oligarşisi ve onun sözcüleri boşuna sevinmesin... Yıl sonu dolar 1.88-1.95 aralığında realize olacak... Ancak, Esed gibi katillerin sonu, Türkiye’deki Ergenekon’un ekonomik-finansal ayağının da çözülmeye başlaması demektir. Bunu da yazın bir kenara...