Diyarbakır’da Haziran seçimlerinden iki gün önce patlatılan bomba, daha önce Mersin ve Adana HDP il binalarında patlayan bombalar, ve sonrasında da Suruç’ta gerçekleşen katliamın amacı ve hedefi neyse, Ankara’da gerçekleşen katliamın amacı da odur. HDP’yi destekleyen halk kesiminin sokaklara çıkması ve etnik hınç ve öfkenin toplumu kuşatması isteniyor. Katliamın duyulmasından hemen sonra, ‘halk inisiyatifleri’ halkı sokaklara çağırdı. Halk çağrıya uymadı. HDP/PKK’yi siyasi olarak olumlayan halk kesimi son zamanlarda meşruluğundan ve haklılığından şüpheye düştüğü adımları veya girişimleri desteklemiyor. PKK’nin ‘devrimci halk savaşını, özerklik ilanlarını, ilçelerin hendeklere bölünmesini halk hiçbir şekilde desteklemedi. Nusaybin’i Cizre’yi terk eden binlerce aile var. PKK’nin seçimlerden sonra hayata geçirmek istediği strateji çöktü. Bu çapta ve büyüklükte bir saldırıyı göze alanlar oyunu kesin olarak Kürt meselesi üzerinden kurguluyorlar ve bu eylemin amacı, bu çöküşü engellemektir. Birinci ‘ devrimci halk savaşı’ stratejisinde de çöküş ve başarısızlık başladığında, Uludere katliamı yaşandı. PKK psikolojik üstünlüğü bölgede bu katliamdan sonra yeniden elde etti. PKK silah bırakmamakta ısrar ettiği sürece, bu türden katliamları maalesef yaşama ihtimalimiz çok yüksek. Hatta terör gruplarının, iç infazlara, kamuoyunda infial yaratacak siyasi suikastlere yönelmeleri de mümkün.
Türkiye bu katliamları maalesef, çözüm sürecine sırtını dönen PKK’nin Ortadoğu’da sürüklendiği maceralar nedeniyle yaşıyor. Haziran seçimlerinden önce, PKK Öcalan’ın istediği gibi, bahar aylarında bir silahsızlanma kongresi toplasa ve o kongre Türkiye’de silahlı mücadeleyi sona erdirdiğini ilan etseydi, ne Suruç katliamı olurdu, ne Diyarbakır mitinginde o bombalar patlardı ne de Ankara katliamı gerçekleşirdi.
‘Kürt sorunu’ alanı, bugün şiddet ve terör nedeniyle zayıf bir alandır, bu alan, PKK’nın şiddet ve terör eylemleri nedeniyle, bugün Türkiye’nin en zayıf karnını oluşturuyor.
Uluslar arası güçler habire bu zayıf halkaya, ve bu alana saldırıp duruyorlar.
Her iki halkı geçen yüzyılda bölemeyenler, bu yüzyılın başında bölmeye çalışıyorlar.
Ama Türkiye medyası hala, ‘savaşı’ kimin başlattığını tartışıyor!
Sayın cumhurbaşkanının bazı açıklamaları, bunca katliama rağmen, ‘savaşın’ başlamasına yol açmış olabilir mi diye ahmakça sorularla karşılaşmaya devam ediyoruz!
Bu manasız soruya cevabı Kandil yöneticilerinden biri verdi. Diyor ki, ‘biz 6-7 Ekim olaylarını, AK Parti’yi iktidardan düşürünceye kadar sürdürecektik. Başkan Apo devreye girdi ve bu süreci durdurdu.
Bu açıklama/yazıdan öğreniyoruz ki, PKK’nın 6-7 Ekim’de başlattığı isyanı durduran Öcalan’dır.
Geçen sene farklı bir konjonktürde ve Kobanê rüzgarı nedeniyle halk arasında sağlanan destek, Öcalan devreye girmese, gerçekten de büyük katliamlara ve kayıplara yol açabilirdi.
Öcalan bu kanlı süreci durdurdu ve bedelini de ödedi. İnisiyatifini ve gücünü yavaş yavaş kırdılar.
Şimdi yeni bir Kobane rüzgarı, 6-7 Ekim olaylarında yakalanan rüzgarı arıyorlar, ama bulamıyorlar.
Halk devrimci halk savaşını da, özerkliği de desteklemedi. Üstüne üstlük, 160 güvenlik mensubunun şehit edilmesinin Batı’da yarattığı infiali de artık ne Hasan Cemal’in ne Cengiz Çandar gibilerinin yazıları tolere edebiliyor.
Türkiye’nin ‘PKK ve terör sorunu’, daha nice katliamlara davetiye çıkaracak aşamayı yaşıyor. Ama bu aşamanın, bu kırılma noktasının, yani ‘şiddetten, sivil alana geçiş sürecinin’ demokrasi ve barış güçlerinin lehine sonuçlanacağından kimsenin kuşkusu olmamalıdır.
Yeter ki bu ‘ulusal süreç’ iyi okunabilsin, yeter ki, başta Sayın Bahçeli başta olmak üzere, bu tarihi safha, Türkiye’nin çıkarları, geleceği ve her iki halkın birlik ve beraberliği açısından yorumlanabilsin..