Trump ilk dış seyahatini 22 Mayıs’ta Suudi Arabistan’a yapmıştı.
Ivanka Trump’ın kıyafeti, kılıç dansı ve takılan nişanlar çok konuşulmuştu ama geziye, Trump, Kral Selman ve darbeci Sisi'nin dünya küresini kuşatan fotoğrafları damgasını vurmuştu.
Bir gezi magazini gibi kullandığımız bu kareyi, iki hafta sonra Suudi Arabistan, Mısır ve BAE öncülüğünde Katar’a karşı lönk diye başlatılan boğma girişiminden sonra tekrar hatırladık.
Daha doğrusu bu fotoğrafın gerçek anlamını o zaman anladık.
Biz Katar ablukası haberini, bu fotoğraf eşliğinde “Küresel kuşatma” manşetiyle verdik.
Zira Katar'ın boğazını sıkan eller, o küreyi kuşatan ellerin ta kendisiydi.
Bu kuşatmayı Türkiye’den bağımsız olarak düşünmek mümkün değildi.
Zaten ablukacılar da, "Katar, Türk üssünü derhal kapatsın" diyerek bunu doğrulamışlardı.
Bu istek, "Katar’dan bize ne" diyen çokbilmiş analistlerimizin yüzüne tokat gibi inen bir cevap oldu.
15 Temmuz'da sahnelenen işgal oyununun ikinci perdesiydi Katar ablukası.
Bu bağlantıyı kuramamak, 15 Temmuz'u hiç anlamamak demektir.
“Darbe” demek, FETÖ’yü aklamaktır
Defalarca söyledik; 15 Temmuz, Türkiye'de iktidarı ele geçirmeyi amaçlayan bir darbe teşebbüsü değil, FETÖ rehberliğindeki bir işgal denemesiydi.
15 Temmuz'a "darbe" demek, yüz yıldır işgal planı yapan ezeli düşmanlarımızı ve onlara kapıyı açan hainleri aklamak demektir.
Daha doğrusu bu kalkışma, bölgeyi ulusal çıkarlarına göre dizayn etmek isteyenlerin, sürekli önlerine çıkan Türkiye engelini ortadan kaldırma teşebbüsüydü.
Zira tarih boyunca hiç vazgeçmedikleri bu bölgede emellerine ulaşmalarını hep Osmanlı devleti ve onun devamı olan Türkiye Cumhuriyeti engellemiştir.
Aslında Türkiye onların şeytani planlarının karşısına dikilmekle, bölgeye de dünyaya da çok değerli bir istikrar hizmeti sunmaktadır ama gel gör ki, istikrar ve düzen; emperyalistlerin en büyük düşmanıdır.
İşte bu “istikrar engeli”ni aşmak için, içimizdeki işbirlikçileriyle birlikte kırk yıldır tezgahladıkları 15 Temmuz işgal harekatı ile Türkiye'den ve Erdoğan'dan kurtulmuş olacaklardı.
Amaçlarına ulaşabilselerdi, “Türkiye, batı ile ilişkileri son derece uyumlu hale gelen, İsrail'in "yakın dostu" olan bir stratejik ortak” olacaktı!..
Ama yapamadılar…
Bir geceye sığdırdığımız ikinci bir “İstiklal Savaşı” hezimeti yaşadılar ve Türk milletinin; bir avuç hain işbirlikçileriyle hiç ilgisi olmadığını gördüler.
İşgal planı yön değiştirdi
Bir asırlık kurgu iflas etmiş ve yine başa dönmüşlerdi.
Kısa bir şaşkınlık ve öfke döneminden sonra ihanet planlarını güncellediler.
Haçlı navigasyonu tekrar devreye girmiş, uzun ve dolambaçlı da olsa yeni bir “işgal rotası” oluşturmuştu.
Bu sefer "Türkiye’nin etrafını boşaltma yöntemi" uygulanacaktı.
Emperyalist devletler, diğer ülkelerin sınırlarını kendi eyalet sınırları gibi görürler ve sömürüde sınır tanımazlar.
Yani onlara göre, güçlü devletler için her şey mubahtır.
Türkiye'deki operasyondan sonra yavaş yavaş ölüme terk etmeyi planladıkları Katar’ı hedef aldılar.
Böylece hem Türkiye, bölgedeki en önemli desteğini kaybetmiş olacak, hem de Katar üzerinden Türkiye'ye ulaşılacaktı.
Nitekim, FETÖ’nün ABD papazı Rubin’in, Cumhurbaşkanı Erdoğan'a hitaben söylediği, “Katar gidince ne yapacaksın” sözü de bu planın dışavurumuydu.
Anlayacağınız Katar’ı boğma operasyonu, Türkiye’yi işgal girişiminin iflası üzerine devreye sokulan “B Planı”dır.