Suudi Arabistan Katar'ı anahtar teslimi almak istiyor. Ablukanın ardından açıklanan 13 maddelik şartnamenin başka izahı yok. Listenin bir yerine şöyle bir talep de sıkıştırılmış; "Egemen devletlerin iç işlerine karışmaya son verilmesi..." Tam da Suud ve BAE'nin yaptığı şey işte.
Katar'ın listeyi iade ederken bu maddeyi hatırlatması yerinde olacaktır. Suudi Arabistan ve BAE, egemen devletlerin iç işlerine karışmaktan vazgeçseler iyi ederler. Zira bu agresyon giderek onların başını yakacağa benziyor. Çünkü iş uzadıkça Arap Baharı sürecinde ve sonrasında bu iki ülkenin hem birbir işlerine karıştıkları hem de Libya, Tunus, Mısır, Suriye ve Türkiye'de çevirdiği dolaplar gün yüzüne çıkıyor.
***
Arap Baharı'nın başladığı Tunus'ta Nahda'nın siyaseten önünü kesmek için Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan elinden geleni yaptı. Tunus Anayasası için çalışmaların yapıldığı dönemde siyasi cinayetlerle Nahda, eli zayıflatılmaya ve meşkuk hale getirilerek etkisiz kılınmaya çalışılıyordu. O dönemde hem Nahda temsilcileriyle hem de Suud tarafından desteklenen bazı selefi gruplarla görüşmeler yapmıştık. Nahda, siyasi cinayetlerin kendilerine dönük bir kıskaca alma hareketi olduğunun farkındaydı ve bu cinayetlerin Cezayir üzerindenmiş gibi gözüken ama BAE ve Suud tarafından finanse edilen eylemler olduğunu da gayet iyi biliyordu.
Görüşmelerimiz sırasında bizim için asıl şaşırtıcı şey, selefi grupların temsilcilerinin Türkiye'yi iyi takip ettiklerini söyledikten sonra Bediüzzaman Said Nursi ve Fetullah Gülen'in ismini zikretmeleri oldu.
O zaman çok anlam verememiştik, tasavvufu dışlayan bu yapıların Bediüzzaman ve Gülen merakına. Zaman içinde taşlar yerine oturdu; Osmanlı döneminde yapılmış cami ve türbeleri bile hedef alan bir din algısına sahip isimlerin "Türkiye'den kimleri tanıyorsunuz?" sorusuna "Fetullah Gülen" demesi, gerçek anlamına kavuştu.
Tarla bizim tahmin ettiğimizden çok daha erken sürülmeye başlanmıştı.
***
Bölgemizdeki önemli hiçbir olayı birbirinden bağımsız değerlendirme şansımız yok. Katar'a şart koşulan; Türkiye’nin askeri varlığının sona erdirilmesinden, El-Cezire ve ilgili kanalların kapatılmasına, İran’la diplomatik ilişkilerin durdurulmasından Müslüman Kardeşler ve Hamas'ın terör örgütü kapsamına alınmasına, Katar'ın Suud ve BAE'ye paralel hareket etmesinden ülkenin aylık denetimlere açık hale getirilmesine kadar işgal mahiyeti taşıyan maddelerin 15 Temmuz'daki FETÖ işgal girişiminden bağımsız olduğunu düşünemeyiz.
Nitekim Katar'daki askeri üssümüzün kapatılması şartı zaten bu abluka girişiminin Türkiye'yi de hedef aldığını gösteriyor.
Ama günün sonunda "Bu süreçten kim kazançlı çıkacak" sorusuna ne BAE ne de Suud demek mümkün. Arap Baharı'nda mikser vazifesi gören, ne kadar illegal iş varsa üstlenen BAE'nin, Suudi Arabistan'ın bir önceki kralına yönelik suikast girişiminde parmağı olduğu konuşuluyor.
***
Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Cubeyr'in "Kral Abdullah bin Abdülaziz'e suikast planına Katar destek verdi" suçlamasının ardından Kaddafi'nin oğullarından Al-Saadi'nin 2014'te yaptığı bir açıklamada suikast planını yapan Muhammed İsmail'in Katar ile değil BAE ile bağlantılı olduğunu ve İsmail'e BAE tarafından vatandaşlık verildiğini söylediği ortaya çıktı.
Suikast planının arkasında olduğu iddia edilen kişi, Suud'daki saray darbesiyle valiaht olan Abdullah Bin Selman'ın 'kankası' Abu Dabi Prensi Muhammed bin Zayed. 15 Temmuz darbe girişiminde de parmağı olan ve FETÖ'yü Muhammed Dahlan üzerinden finanse ettiği bilinen BAE'nin veliaht prensi yani.
Her şey ne kadar da birbiriyle bağlantılı öyle değil mi?