Dünya Kasım Süleymani saldırısına kilitlendi. Öldürülen kişi “İran’ın 3. ismi” olunca saldırı; I. Dünya Savaşı’nın başlamasına “gerekçe” olarak gösterilen Avusturya Arşidükü Ferdinand’ın öldürülmesine atıfla, “III. Dünya Savaşı mı başlayacak” endişelerine yol açtı.
Öte yandan bu saldırı Müslümanların kafasını fena karıştırdı. Bu gidişle bölgedeki karmaşa daha da artacak ve bu tür sathî analizlerle nice “itikat cinayetleri” işlenecek.
Bir kere; Kasım Süleymani, Türkiye’nin ve Türkiye’deki gerçek İslam’ın daimî düşmanı olan İran’ın, “insan” şekline bürünmüş hali, Suriye’de aleyhimize yürütülen entrikaların mimarıydı.
KASIM SÜLEYMANİ TERÖRİST DE “MAZLUM KOBANİ” MAZLUM MU?
Ama düşmanımız da olsa bu saldırıyı coşkuyla karşılamak yanlıştır.
Her şeyden önce, başka bir ülkede; o ülkenin bilgisi dışında saldırı düzenlemek egemenlik ihlalidir. Trump’ın “Terörist idi” gerekçesi de samimiyetsizdir. Süleymani “terörist” ise silah manyağı yaptığınız YPG ve “Mazlum“ diye yutturmaya çalıştığınız katil ne peki?
Ayrıca bu saldırı, zaten “barut fıçısı” olan bölgeyi “ateş topu”na çevirmiştir ve bu kaostan bölge büyük zarar görecek, sadece İsrail kârlı çıkacaktır.
Bununla birlikte, Şii acımasızlığını eleştirebilmek için, “Sünniler de adam öldürüyor” gibi bir dengeleme (!), darbeci Kenan Evren’in “Bir sağdan bir soldan astık” şeklindeki sakat mantığına benzer bir adaletsizliktir.
MEZHEP SAVAŞI DEĞİL, İSTİSMARCILARIN ÇIKAR SAVAŞI
İran da ABD gibi emperyalist bir devlettir ve daha fenası bunu inanç istismarıyla yapmaktadır. Ama meselenin derununa inmeden “Mezhep çatışmaları yüzünden bölge bu hale geldi” çıkarımı yapmak, Haçlıların tezgahladığı algı operasyonuna kurban gitmektir. Şii emperyalizminin, S. Arabistan&BAE veya DEAŞ gibi ABD aparatlarıyla yürüttüğü çıkar çatışmasının din ve mezhep ile hiçbir ilgisi yoktur.
“Sahih İslam” anlamında kullanılan “Sünnilik”, İngiliz imalatı Vehhabilikten DEAŞ’a kadar her mazarratın atıldığı bir “sepet”e dönüştürüldü. Cumhurbaşkanı Erdoğan “İslam’ın terörle ilgisi olamaz” diyerek, Batı’yı bu kasıtlı yakıştırmalardan men etmeye çalışırken, içimizdekilerin; Amerika’nın ürettiği bir “maymuncuk” olan DEAŞ’a “Sünni” demesi nasıl izah edilebilir?
FETÖ GİBİ, İSLAMÎ TANIMLARI MASKE OLARAK KULLANIYORLAR
Cemaat, hizmet, mezhep gibi İslâmî mefhumları “Truva Atı” olarak kullanmak sadece FETÖ’nün değil, bütün istismar örgütlerinin taktiğidir. Mesela, ilk iki asırda yaşamış sahabe ve tabiine verilen “selef-i salihîn” ismini de, Vehhabiler; sapık inançları için ambalaj olarak kullanıyor.
“Mezhep” de, yanlış kullanımlarla yozlaştırılarak doğrusu da harcanan bir mefhumdur. Günümüzde çok yaygın olan “Ben sadece Müslümanım, hiçbir mezhepten değilim” ifadesinin, dinî bir karşılığı yoktur.
“Ümmetim 73 fırkaya ayrılacak, yalnız benim ve eshabımın yolunda gidenler kurtulacak” hadis-i şerifinde bildirilen “tek doğru yol”un günümüzdeki izdüşümü Hanefi, Hanbeli, Maliki ve Şafii mezhepleridir. Yani Resulullah ve eshabının yaşadığı gerçek İslam’a ulaşmak isteyen herkes, bu dört güzergâhtan birini takip etmek zorundadır. “Doğrudan Kur’an’dan ilham almak” kulağa hoş gelen (!) ama şeytana hizmet eden bir misyoner oyunudur. Kur’an-ı Kerim’in asıl muhatabı olan Peygamber Efendimizin (sallallahü aleyhi vesellem), iman ve ibadete dair naklettiği bütün bilgiler, bu emin imamlar tarafından kayda alınmış ve bize ulaştırılmıştır.
Bunlar dışındaki; “mezhep” olarak isimlendirilen bütün fırkalar, yanlışlarının dindeki karşılığına göre; bu doğru çizgiden az veya çok uzaklaşmışlardır. Tabii ki hadis-i şerifin işaret ettiği 72 sapkın fırka, İslamiyet çerçevesinde kalanlardır. Yoksa “Dinler arası diyalog” vb. Peygamber Efendimizi inkar noktasına kadar gidenler, elbette İslam’ın da dışına çıkmaktadır.
Bireyin inancı hakkında, kendi beyanı dışında bir yorum yapamayız. Dinimiz de, bir Müslümanı tekfir edenin kendisinin kafir olacağını belirtmiştir. Ama İslam davası güderek insanları yanıltan sapık yolları ifşa etmek Müslümanların aslî görevidir.
Nitekim, ehl-i sünnet alimleri bu anlayışla “hakiki İslam”ı, Peygamber Efendimizden itibaren hiç tahrif olmadan “muhkem” bir devir teslim ile bize kadar ulaştırmışlardır. Ancak günümüzdeki güya din eğitiminde aşılanan, “Sen neden bir Ebu Hanîfe olamayasın” ciddiyetsizliği, gençlerimizi bu değerli külliyeden istifadeden mahrum bırakmaktadır.
Oysa bu kritik akaid bilgilerini, CHP’nin tek parti diktatörlüğü dönemine kadar, hilafet düşmanı İttihatçılar dahi biliyordu.
Bu konudaki ilginç bir vesikayı paylaşacağım yazıda buluşmak üzere…