Bizim ülkemiz pek bir güzeldir. Neden mi? Her şeyden önce, BİZİM olduğu için. İnsanımızsa, iyi yüreklidir, yumuşak başlıdır, inançlıdır ve de naiftir. Ancak bir de her şeye karşı olanlarımız vardır. Ülkede üretilen her şeye burun kıvırır, Avrupa ya da ABD'de üretilmişini tercih eder. Peki bu Batı hayranlığı nasıl başladı?
Bundan 70 yıl önce İkinci Dünya Savaşı'nın bitimi ve bizim NATO'ya girmemizin ardından, Amerkalılar ya da kimilerinin demesiyle Coniler doluştu ülkeye. Ve bu Coniler, bir anda genç kızlarımızın gözdesi oluverdi. Özellikle de imkanları kısıtlı ailelerin genç kızları bir Coni'yle kol kola girdi mi, PX adı verilen askeri alışveriş merkezlerinden ne var ne yok, hepsini evine taşıyordu. Etek altına giyilen ve eteği kabarık gösteren juponlardan, loafer denen mokasen ayakkabılara kadar, Amerikan alt sınıfının gözdesi mallar, bizim üst sınıf evleri doldurmaya başladı. Hele de Amerikalı inşaat işçisi, lağım temizleyicilerileriyle inek çobanlarının gözdesi "blue jean" modanın doruğuna oturdu. PX de 20 dolara satılan bu, pantolon bizim karaborsada 250 dolara kapış kapış gidiyordu!
"Marshall Yardımı" ABD'nin savaş sonrası Avrupalı müttefiklerini ayağa kaldırmak için uyguladığı bir önlemler diziniydi. Biz ve Yunanistan bu yardım paketine alınmıştık son dakikada. Bizimle yapılan anlaşmanın bir maddesinin dokunulmazlığı vardı. Neydi o madde: “Amerikan filmlerine sansür uygulanamaz, ek vergi getirilemez!” Eh böyle olunca da Amerikan filmleri hayatımıza balıklama daldı, bu filmlerin oyuncularıysa baş köşeye kuruldu!
Kadınlar Rock Hudson diye sayıklarken, erkekler Elizabeth Taylor diyor başka bir şey demiyordu. Bizim "yıldızlar"ınsa pabuçları çoktan dama atılmıştı. Müziğimizse nerdeyse unutulmuş yerini sallanıp yuvarlanan, gitar çalıp bağıran gençler almıştı.
İnsanımız Amerikan malı olan her şeye hayrandı. “John Deere" marka traktörler geldiğinde türkü çığırmıştık: “Motor geliyor motor.. Con Dere'dir Con Dere.." Sözüm meclisten dışarı ama "ABD sayesinde milletçe çıldırmıştık." Hele de Cumhurbaşkanımız Celal Bayar ABD gezisinden dönüp de bize, küçük Amerika" olacağımızı müjdelediğinde kafayı hepten yemiş, Taksim Parkı’nda halay çekmiştik sabaha kadar.
Yıllar geçip de '60 lara geldiğimizde. ABD Vietnam'a girmiş, gariban köylüleri bombalamıştı. Bu arada Moskova "kardeşlik, eşitlik, bütün dünya halklarının birleşmesi" gibi palavraları birbiri ardına sıralıyor ve bütün dünya gençliği gibi bizimkiler de Komünizme kaymaya başlıyordu. Gençliğin kahramanları CheGuevera, Fidel Castro, VI Lenin'di artık!
Ancak Amerikan mallarına, giyim kuşamına hele de otomobillerine olan tutkumuz devam ediyordu. Bu arada Türk malı diye bir şey yoktu. Yerli Malı haftaları düzenliyor masanın ortasına sadece fındık, ceviz, incir ve portakal koyuyorduk!