Bugün, bütün öğrencileri şehit olduğu için, öğrenim yılının resmen sona erdiğini açıklayan, Gazze Eğitim Bakanlığı'nı konuşmak için buluşmadık.
Kardeşlerini "korkmayın, birazdan öleceğiz," sözleriyle teselli eden, tabuttan daha güvenli bir yer bilmeyen çocuklar için de çok geç bugün.
"Büyüyünce ne olacaksın?" sorusuna "Filistinli çocuklar büyüyemeyiz ki" diyen o yavrular için de geç kaldık.
Oyunları bombalardan kaçmak, sedyeyle yaralı taşımak, enkaz kazmak ve şehitlik olan çocukları anmak için toplanmadık bugün.
Bugün buradayız; çünkü biz ama'sız ve niye'siz bir ateşkes talep ediyoruz.
Tarihte yaşatılan korkunç mağduriyet üzerinden kendine uluslararası meşruiyet alanı açmış bir devleti, ona karşı duyulan suçluluk psikolojisi içinde on yıllardır, göz göre göre şımartan uluslararası sistemin, nasıl bir canavara dönüştüğüne şahit oluyoruz son 40 gündür.
Kardeşlerim, her şey aklıma gelirdi de bir gün savaşlarda kimliği belirlenemeyen askerler için kullanılan "meçhul asker" kavramını çocuklar için kullanacağımızı düşünmezdim.
El-şifa Hastanesi'nde çalışan doktorun, "en zor şeyin, ölmüş küçük bir bebeğin vücuduna 'meçhul bebek' yazmak" olduğunu söylemesi, Gazzeli çocukların içinde bulunduğu dehşeti özetliyor.
Gazze bugün artık, 'meçhul çocuk'lar şehri...
Bir anne, bir kadın, bir insan olarak, böyle kirli bir mirası, hesabı görülmeden sonraki nesillere devretmeyi reddediyorum!
İsrail Devleti'nin ilgili bütün mensuplarının, işledikleri tüm savaş suçları sebebiyle, uluslararası ceza Mahkemesi'nde yargılanmalarını talep ediyorum.
Filistin'de bugün yaşanan "post-modern Holokost'un", bir kendini savunma hakkının tezahürü olduğunu iddia edenlerin de aynı şekilde sorumlu tutulması gerektiğine inanıyorum.
Artık kimse bu komik retoriklerle, dünyanın vicdanlı insanlarını aptal yerine koymasın.
Neredeyse bir asırdır, Filistin halkına reva görülen ırkçı uygulamaları, sistematik hırsızlığı ve işgal planlarını, artık bütün dünya apaçık bir şekilde gördü.
Doğu'da ve Batı'daki tüm devletler değilse de bütün halklar, artık Filistin'in haklı davasının müdafisi...
Sözde hümanist değerlerin taşıyıcısı olduğunu iddia eden, tırnak içinde medeni dünyanın, 40 gündür içine düştüğü acziyetten, izlediği iki yüzlü siyasetten, kendi halkları gibi biz de büyük bir utanç duyuyoruz.
Kimse ilk taşı atamıyor, çünkü çoğunun, bu suçta tarihi bir payı var.
Bugün yaşanan etnik temizliği, yaratıcının buyruğu olarak savunanlara sesleniyorum: Allah, hiçbir çocuğun öldürülmesine izin vermez...
Yaratıcıya böyle korkunç bir iftirayı, ne cüretle atarsınız?
Bir Müslüman olarak, bunu şiddetle reddediyorum.
Çünkü bizim inandığımız Allah, Rahman'dır, Rahim'dir.
İlahi azabı hak etmiş şehirlerde bile, en azından 10 masum bulunur diyen, o masum canlar için azabın gelmemesini dileyen, kendisini o canlar için feda etmeye hazır, tüm insanlığı manevi çocukları kabul eden, ortak atamız Hz. İbrahim Aleyhisselam'ın karşısına, hangi yüzle çıkacaksınız?
Merak ediyorum; 4 binden fazla çocuğu, kendi sapkın ideolojiniz uğruna katlettiğinizi, Hz. İbrahim'e nasıl açıklayacaksınız?
Bugün buradayız, çünkü biz, Hz. İbrahim ve diğer tüm peygamberlerimiz başta olmak üzere, bütün iyilik önderlerinin, kendilerini adadıkları barış ve selamet yolunu izliyoruz.
Aliya İzzet Begoviç'in işaret ettiği gibi, şiddet sarmalını oluşturan bir "intikamın" değil, herkes için adil ve sürdürülebilir bir barışın peşinden gidiyoruz.
Kardeşlerim, lafı eğip bükmeden haykırmak istiyorum: hiçbir ideoloji, hiçbir siyasi menfaat, hiçbir ekonomik kazanç, masum bir insanın canından daha değerli değildir!
Siyonist çarkın, gerçeklikten kopuk, adaletten uzak planlarını işletmek için, çocukları, adeta, harcanacak bir yakıt gibi gören bu narsisizmine, insanlığın yenik düşürülmesini reddediyorum!
Yaptıklarınızla dünyada iyiye, güzele, doğruya dair ne varsa, hepsini incitiyorsunuz.
Öldürdüğünüz kardeşlerinizin kanı, topraktan sesleniyor, duyuyor musunuz?
Hiçbir ilahi Ahid, hiçbir meşru siyasi ideoloji zulmü kapsamaz.
Yeryüzünde; katliam, işgal ve hırsızlık yapanları; inançların yaşanmasını engelleyenleri nasıl bir son beklediğini, tarih sayısız örnekle gösteriyor.
Tarihin vicdanı, hiçbir dönemde, zalimin yanında olmamıştır.
Bugün bu zulmü gerçekleştirenler bilsinler ki; onların İsimleri kıskançlığı ve hırsı yüzünden kardeşinin canına kıyan Kabil'in; çocukları katleden Nemrud'un yüzlerce yeni doğanı öldüren Firavun'un yanında anılacak.
Yakın geçmişte, Yahudileri yok etmek isteyen zalimlik ile, aynı yerde anılacaksınız.
İkinci Dünya Savaşı'nda, 13 yaşında Yahudi bir kız çocuğu olan Anne Frenk'in, yaşadığı zulmü günlüklerine aktarırken kullandığı ifadelerin, neredeyse aynılarını, bugün Gazze'de, evi yıkılan ve güneye kaçmak zorunda kalan Bisan Owda'nın videolarında izliyoruz.
İsrailli bir bakan, Gazze'ye atom bombası atmayı "seçeneklerden birisi" olarak değerlendirirken sesini dahi çıkarmayanlar, Hiroşima'nın kızı Sadako ile Filistin'in çocukları arasında, ne fark görüyorlar, merak ediyorum.
Dün "çocukları küçük kurşunla öldürürler, değil mi anne?" diye soran Bosnalı çocuğu kurtaramamanın ağırlığını taşıyan küresel vicdan, bugün Gazzeli çocukların üstüne yağan füzeleri durdurmak için, daha neyi bekliyor?
Yerin üstü bir cehenneme, yerin altı bir çocuk nekropolüne çevrilmişken, orada vaat edilen herhangi bir geleceğin neşet etmesi mümkün değildir.
Böylesi bir yıkımın üstüne bina edilmiş bir düzende, kim kendini gerçekten güvende hissedebilir?
Buradan, İsrail devletine ve dünyada barış ve düzeni tesis etmekle mükellef Birleşmiş Milletler'in daimi 5 üyesine sormak istiyorum: Bu vahşeti durdurmak için hangi kritik ölüm eşiğini bekliyorsunuz?
Vicdanları sağır eden sessizlikteki uluslararası topluma sormak istiyorum: 40 gündür devam eden bu utanç döneminden sonra, hangi hakla, dünyada barışı ve adaleti, insanlığın evrensel değerlerini savunacaksınız?
Charlie Hebdo'da ölenlerin hukukunu korumak için sıraya giren, o fotoğraf karesinde büyük bir şevkle boy gösteren dünya liderlerinin, Gazzeli masumlar karşısında büründüğü sessizlikten hangi anlamı çıkarmamız gerekiyor?
İnsan Hakları Beyannamesinde ve uluslararası birçok sözleşmelerde, hakları koruma altına alınmış "insan" tanımı, sadece Batı'nın belirlediği sınırlar içindekileri mi kapsıyor?
Bir canı diğerinden ayıran, kendisinden olmayan herkesi ve her şeyi değersizleştiren bu karanlığa teslim olmayacağız.
Dili, dini, ırkı, rengi ne olursa olsun; insanı merhametle kucaklayan, özü itibariyle değerli gören bir küresel anlayışı savunacağız.
Masumu, mülteciyi, kadını ve çocuğu, velhasıl insanı, geldiği yere göre değerlendiren ayrımcı zihniyetin, ilelebet karşısında duracağız.
Çünkü kardeşlerim, bugün tanık olduğumuz şey, bir savaş değil.
Bu, sadece en güçlü ve zalim olanın hayatta kaldığı, öteki hayatların kolayca harcanabildiği bir dünya düzenini kabul ettirme çabası...
Bu, ezelden gelip ebede sürecek olan; iyinin, güzelin, hakikatin batıl ile kavgası...
İşte bu sebeple, bütün devlet başkanı eşlerini, Gazze'de öldürülenlerin, kitlesel bir kıyım sürerken sesleri bastırılmak ve susturulmak istenenlerin sesi olmaya davet ediyorum.
Gazzeli ve uluslararası basın mensupları, sağlıkçılar, insani yardım çalışanları; onları korumakla mükellef uluslararası toplum başarısız olurken, canları pahasına insanlık için adeta bir nöbetteyken, biz de ateşkes ilan edilene dek, onlar için bulunduğumuz her yerde, elimizdeki tüm imkan ve araçlarla nöbet tutalım.
Yeni kamusal alan haline gelen sosyal medyada, hep birlikte, nöbet halinde; derhal ateşkes, barış ve insani yardım çağrımızı sürdürelim.
Her birimizin ayrı ayrı güçlü, bir araya gelince ise çok daha güçlü bir sesimiz var.
Seslerimiz, Filistinlilerin sesi olsun.
Sözlerimizi, onlar için ve dünya için, hemen şimdi ateşkes için birleştirelim.
Gelin bu buluşmayı, sözden eyleme taşıyarak, Filistin'de barış için bir inisiyatif haline getirelim.
Çünkü ateşkes, öncelikli hedefimiz olsa da nihai hedef değil.
Bütün dünyayı, aynı sesle, Filistin'de ve İsrail'de kalıcı barışın sağlanması için çabalarımızı birleştirmeye çağıralım.
Filistinli çocuklara ve gençlere, ölmek ya da öldürülmek dışında insan onuruna yakışır bir gelecek borçluyuz.
İşte bu yüzden, başkenti doğu Kudüs olan, toprak bütünlüğü korunmuş, tam bağımsız bir Filistin devletini kapsayan iki devletli çözümün vaat ettiği gecikmiş barışı, tesis etmenin, artık tam vakti.
Bölgenin ve hatta dünyanın barış ve huzuru için, Filistin'deki haksız işgal sona ermeli ve İsrail gasp ettiği toprakları sahibine, Filistinlilere geri vermelidir.
Gazze, çocuklarına aydınlık bir gelecek sunabilecek şekilde, yıkıntıları arasından, yeniden inşa edilmelidir.
Birleşmiş Milletler ve İslam İşbirliği Teşkilatı gibi uluslararası kuruluşlar bünyesinde, İsrail'in yıktığı okulları, parkları, hastaneleri yeniden inşa etmek üzere, şimdiden bir fon kurulmalıdır.
Lütfen unutmayın, bugün Filistin'i; yıkıntılar, kan, gözyaşı ve dumanlar arasında görüyor olabiliriz.
Ama bu karanlık resmin ötesinde, bizim bir Filistin hayalimiz var.
Gazze'nin sahillerinde, dini, etnik kökeni fark etmeksizin, Filistinli çocukların el ele, kardeşçe koşturduğu bir hayal...
Limon ağaçlarının çiçek açtığı, güneşin zeytin dallarındaki meyvelere vurduğu, babaların korkusuzca evlatlarıyla buluştuğu, annelerin çocuklarını öpüp mezara değil, yatağına koyduğu bir Filistin...
Bu Filistin hayali; bizim ellerimizde, vereceğimiz sözlerimizde, bugünkü eylemlerimizde...
Etrafımızı saran karanlıkta, vicdanlarınızla, insanlığa ışık olmaya niyetli sizler, iyi ki varsınız.
Selam, barış hepinizin üzerine olsun.
**
Bu metin Sayın Emine Erdoğan'ın ev sahibeliğini yaptığı "Filistin İçin Tek Yürek" temalı lider eşleri zirvesindeki konuşmasının metnidir.
İstanbul'da pek çok ülkeden devlet ve hükümet başkanlarının eşleri ile özel temsilcilerin katılımıyla gerçekleşen zirvede Hanımefendi dünyaya hitaben yaptığı konuşmanın çerçevesi ve içeriği o kadar güçlü ki kayıtsız kalamadım.
İçerdiği haklı itiraz kadar, mazlum Gazze'ye yönelttiği anne şefkati kadar, herkesi kuşatan ve doğruya çağıran daveti nedeniyle de yüreğimin ve aklımın sesini buldum bu seste.
O yüzden bu hakikatli sesi bayrak gibi göndere çekmek istedim...
Tesiri büyük olsun inşallah.