Cuma günü üniversitede İlahiyat Kulübü’nün düzenlediği “Türkiye ve İslam Dünyasındaki Gelişmeler” konulu bir konferans için Trabzon’daydım. 1.5 saate yakın süren bir konuşmadan sonra ayak üstü sohbetler oldu. Bir zat “Abdullah Gül için İngiltere’nin adamı diyorlar, ne dersiniz?” gibi bir soru yöneltti. Sayın Gül’ün zaman zaman medyaya yansıyan farklı yorumlarından yola çıkılarak böyle bir yaftalamaya varılıyordu.
Çok üzüldüm. Böyle bir konuya çok üzüldüğümü de söyledim o zata. “Abdullah Gül, babasını, annesini, ailesini, gençliğinden beri yürüdüğü yolları bildiğimiz bir insan, bugün onu nasıl böyle bir şeyle vasıflandırabiliriz” dedim.
Sonra sordum:
- Acaba Ahmet Davutoğlu kimin adamıdır size göre?
Şaşırdı, durakladı.
Tekrar sordum:
- Acaba Ahmet Davutoğlu kimin adamıdır?
- Herhalde milletin adamı, diye cevap verdi bu defa.
- Yoo, dedim, o da Almanların adamı.
- Ne demek, niçin Almanların adamı olsun! Nerden çıktı bu?
Dedim;
- Bakarsınız, yarın birileri ona da böyle bir kulp takma gereği duyarlar. Ben Davutoğlu’nun da babasını, taa lise çağlarından beri yürüdüğü yolları biliyorum. Tıpkı Tayyip Bey gibi sizin, bizim aramızdan çıkıp siyaset iklimine gelmiş bir insan. Ama siyaset ortamı bu belli olmaz. Abdullah Gül’ü İngiltere ile bağlantılayan kafa yapısı Davutoğlu’na da bir yerden yafta üretir.
Baktım yüzüne, öyle bir yaftalamayı çoğalttığı için mahcup olmuştu.
Bizim dünyamızda bir şeyler yaşanıyor. Medyada birileri de fitneye odun taşıyor.
Fitnenin falanca veya filanca muhalif odakta karşılık bulması, birilerinin tırnak kaşıması, fesat medyasında büyük iştahla tüketilmesi yadırgatıcı değil. Beklenen şeyler. İster seyirlik oyun mahiyetinde olsun, ister “Birbirini yesinler ki yeniden bize alan açılsın” arayışını yansıtsın, sizin ilişkilerinizde sorun potansiyeli varsa, bunu kullanacaklar çıkacaktır. Türkiye’den çıkacaktır, dünyadan çıkacaktır. Ak Parti ile hem Türkiye’de hem İslam dünyasında başlayan dönüşümden rahatsız olan o kadar çok odak mevcut ki. “Türkiye ve İslam Dünyasındaki Gelişmeler” başlıklı konferanslarımda da bu konuyu işliyorum enine boyuna. Arap Baharı niye durdu, Suriye niye bataklığa dönüştürüldü vs?
Fırsat vermemek lazım.
Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasındaki ilişkinin niteliği şüphesiz çok önemli. Bu başında da önemli idi, devam edeceği bütün zamanlarda da önemli olacaktır. Orada sistemden kaynaklanan bir sorun potansiyeli olacaktır. “Halk oyuyla seçilmiş” Cumhurbaşkanı pasif olamaz, bu Tayyip Erdoğan ise ayrıca pasif kalması beklenemez ama sistem Başbakan’ı sorumlu tuttuğu için Başbakan’ın da etkin olması kaçınılmaz, bu Ahmet Davutoğlu olunca o da kendi birikimini yansıtmamazlık etmez... Bu iki etkinliğin ahenkli yürüyüp - yürüyememesidir ana mesele. Başbakan’ın silik bir karakterde olması da sağlıklı bir görüntü oluşturmazdı, böyle bir durum hem Cumhurbaşkanı’nı hem Başbakan’ı yıpra
tırdı.
Fitne, tam da bu zeminde üreyebilecek bir Şeytan işidir.
Burada fitnenin, hem Tayyip Erdoğan’a hem Ahmet Davutoğlu’na diş bileyen çevrelerden gelmesi, nispeten kolay göğüslenecek bir durumdur. Ancak fitne her iki şahsiyete yakın görünen çevrelere izafe edilmeye başlandığında iklim bulanır.
Eminim benim bildiklerimi Cumhurbaşkanı da Başbakan da benden fazla biliyorlardır.
Şunu söyleyebilirim:
Toplum zemininde ciddi kaygı var. Gönüllerde huzursuzluklar var. İddialar, ithamlar konuşuluyor, tedavül ediyor ve insanlar birbirini içinde öldürüp, etlerini çiğniyorlar. Böyle “kardeş eti” yemek tiksinti doğuruyor mu bilmem.
Şunu söyleyebilirim:
Ak Parti’de bir şey olacaksa klasik siyaset usullerince değil, İslam nezaheti içinde olmalı. Yollarda birbirimizi tükete tükete ilerlediğimiz bir yürüyüş olmamalı.