Mesela şöyle mi oluyor? Dünyanın en büyük güçleri, belli bir bölge üzerinde kavga veriyor, düzenleme yapıyor ya da arayış içinde. Üstelik söz konusu çatışma alanı, bizim de içinde yer aldığımız bir bölge. Ama bizim içimizdeki kavgalar ve çatışmaların bunlarla ilgisi yok!
Her şey sıradan, her şey öylesine gelişiyor. Hatta her şeyi göründüğü gibi kabullenmeyenler, normal sayılmıyor. Bu durumda 17 Aralık bir yolsuzluk operasyonu, hukuk işliyor, kurallara uymak için herkes birbiriyle yarışıyor ve tüm bunların önünde arkasında bir şey aramaya da gerek yok!
Bugün biraz zihnimizi yoralım. Bazı sorularla dünyayı anlamaya çalışalım. Belki o zaman olup bitene anlam verme imkanı bulabiliriz.
Yeryüzünün mutlak karar vericisi olan birtakım güçler, karanlık kurullar yahut adamlar var mı? Bunu böyle kabul etmek, bir kadiri mutlaktan söz etmek olur ki, elbette akla ziyan bir yaklaşım. Ancak kuşkusuz karar verebilme gücü diğerlerinden fazla, bu yönüyle dünyayı önemli ölçüde kontrol eden ülke, güç ya da aktörler var.
İşte bu karar vericiler, sözgelimi İran’la ilgili bir politika geliştirirken, işleri siyah-beyaz ayarında mı şekillendiriyor? Mesela bu ülkeyle ya müzakere ediyor yahut savaşıyor mu? Bu güçler aynı anda savaşı ya da müzakereyi yapamıyorsa, o zaman onlara niçin bu kadar önem atfediyoruz?
Başka bir soru. Bir taraf adım atarken ve politika üretirken, diğer taraf tümüyle edilgen midir? Yoksa herkesin bu güç oyununda belli bir etkisi ve rolü var mıdır?
***
Buraya benzeri yüzlerce soru yazabilirim. Ama şunu söylemek daha makul olacak. İran, devrim öncesinde dünya sisteminin önemli parçalarından biriydi. Devrimle birlikte bu konuda bir arıza yaşandı, ama bu durum asla İran’ın tümüyle sistem dışı kaldığı anlamına gelmiyordu. Yukarıdaki başlıktan devam edersek, sistemle İran arasında savaşın en ateşli anlarında bile pazarlık vardı.
Buraya kadar söylediklerime pek çok onay gelecektir. Hatta bunun üzerinden Tahran’ın ne denli iki yüzlü ya da çok yüzlü olduğunu söyleyenler çıkacaktır. Bu noktada onlardan ayrılıyorum. Tam aksine çatışma ve müzakereyi bir arada yürütmenin gerçek bir devlet aklının olmazsa olmazı olduğunu düşünüyorum.
Aynı kaynaktan sorular üretmeye ve cevaplar aramaya devam edelim. Mesela dünyanın karar vericisi olarak tarif ettiğimiz güçler, gündem Türkiye olunca, ellerine kalem alıp yine siyah-beyaz ekseninde mi tercih yapıyorlar? Kullandıkları araçlar onlar için sanıldığı kadar vazgeçilmez midir? Onları ellerinde tutmak için ne pahasına olursa olsun kavga mı verirler? Gerçekten bu kadar inatla hareket ediyor ve ne olursa olsun kavga böyle devam edecek diyorlarsa, böyle bir zaafla dünyaya nasıl hükmediyorlar?
Yoksa her aracın bir ömrü var mıdır? Yeri geldiğinde onları bir kenara atıp yeni arayışlara girilebilir mi?
Ben olsaydım şu günlerde bu soruları kendi kendime daha fazla sorar ve cevap arardım. Kimin yerine; mesela kendilerine tarif edilen alanı, mutlak ve vazgeçilmez görüp bunun üzerinden ölesiye kavga verenlerin yerine.
En çatışmalı anların bile beklenmedik müzakerelere açık olduğu bir dünyada, soru sormak her zaman en sağlıklı arayıştır. Kendisini vazgeçilmez saymadan sorabilmek kaydıyla elbette.