Güzel ve Çirkin’i yeniden yorumlayan yönetmen Christophe Gans, bu defa ‘güzel’i ön plana çıkardı. Gans “Peri masalının formülüne sadık kaldım” diyor.
Kurtların Kardeşliği/ Le Pactedes Loups filmiyle tanıdığımız Fransız yönetmen Christophe Gans fantastik sinemadan şaşmıyor. Madame de Villeneuve’ün 18. yüzyılda kaleme aldığı Güzel ve Çirkin/ La Belle et la Bete’ten uyarladığı film bu hafta sinemalarımızda gösterime giriyor. Fransız yıldız oyuncular Lea Seydoux, Vincent Cassel ve Andre Dussolier’nin yanı sıra İspanyol aktör Edouardo Noriega’nın rol aldığı film hakkında Gans ile geride bıraktığımız Berlin Film Festivali’nde bir söyleşi yaptık. Kendini ‘Eski usul Hollywood romantiği’ diye tanımlayan en sevdiği filmleri Yükseklik Korkusu, Vertigo, Casablanca, Melekler Kanatlı Olur/ Only Angels Have Wings diye sıralayan Gans’ın imza attığı yapımlar ise bambaşka!
-Ünlü Jean Cocteau uyarlaması varken öyküde sizi ne cezbetti?
Cocteau’nun filmine hayranım. İlk kez 5 yaşında izlemiştim! Kalakalmıştım, olağanüstü bir deneyimdi. Her şeyi anlayamadım, çok da korktum. Ama film izlemiş gibi değil de gözlerim açık rüya görmüş gibiydim. Cocteau’da bu rüya havası vardır. Birkaç yıl önce Güzel ve Çirkin’in kitabını okudum. Jean Cocteau’nun kitabın pek azını uyarladığını fark ettim. Hiç dokunulmamış çok şey vardı kitapta. Cocteau’nun filmini iyi bildiğinizde, Güzel’in önemi olmadığını fark edersiniz. Önemli olan tek şey kamera ile Çirkin arasındaki ilişki. Cocteau’nun Güzel ile ilgilenmediği ortada, kendini Hayvan ile özdeşleştiriyordu besbelli. Bence artık Güzel’in merkezde olduğu bir versiyonu çekmenin sırası gelmişti.
GÜZEL ROLÜNE GÜÇLÜ BİR OYUNCU
-Bir de Disney versiyonu var...
Pek meraklısı değilim... Ama bir şeyin farkındayım, artık savaş sahnesi olmadan bir uyarlama yapmak imkansız. Disney bu fikri sabitleştirdi. Kime projemden bahsetsem ‘Oooo peki savaş sahnesi nasıl olacak?’ diye soruyordu. Disney versiyonunun gücü burada. Benim içinse bu peri masalını Avrupai bakış açısından ele almak öncelikli. Disney versiyonuyla derdim her şeyin vasat ve tutkusuz olması. Masala hak ettiği gibi odaklanmıyor. Ben tensel bir atmosfer yaratmak istedim. Güzel sadece başkahraman değil, her şey etrafında örülü. Onun duygularının yansıması. Öyküyü değil atmosfer yaratmaya ağırlık verdik.
-Lea Seydoux’ya rolü vermeyi özellikle istediniz sanırım, neden?
Çok güçlü bir oyuncunun ‘Güzel’i oynamasını istedim. Dönüşüm hakkında bir öykü bu. Çirkin, insandan hayvana sonra tekrar insana dönüşüyor. Kadının dönüşümü de öykünün odak noktasında olduğu için öyle bir oyuncu bulmalıydım ki kız çocuğu gibi de görünsün sonra birden bir kadın oluversin. Lea (Seydoux) bu niteliği taşıyor. Yatağında oyuncak bebeği bulduğu sahnede 16, sonraki sahnelerde
30 yaşında güzel bir kadın gibi. Bazı oyuncular iyidir ama hep aynıdır. Peri masalları gizem ve merak doludur. Çocuklar merakla izler, yetişkinler gizemine kapılır. Bu yüzden hep bir hareket ve bu değişimi yansıtacak bir oyuncu lazımdı. Lea müthiş bir oyuncu. Sete geliyor, etrafında mavi ekrandan başka şey yok ama ona ‘Bir geyik gelecek, camdan fırlayacak’ diyorsun sanki oradaymış gibi oynuyor. Sadece karakterini değil etrafındaki dünyayı da yansıtabilen harika bir oyuncu.
-Lacan’dan da esinlendiniz mi?
Lacan, elbette! Peri masalının psikanalizi çok önemlidir kitaplarında. Fransa’da çok popülerdir. Ama ben filmi karanlık, ürkütücü ve fazla entelektüel yapmak istemedim. Peri masalının formülüne sadık kalmak ve peri masalını kucaklamak istedim. İnsanlar o gizem ve merakı naif biçimde izlesin istedim. Karanlık peri masalı da ne ola? Tabancasız western çekmek gibi bir şey benim için!
-Kariyeriniz ‘insani-hayvani olmak’ kavramları üzerine inşa edilmiş gibi...
Kurtların Kardeşliği’nde de vardı bu tema evet. Herhalde kuvvetle çevreci olduğum içindir. Hayvan hakları savunucusuyum. Hayvanlara zarar veren insanlardan nefret ederim. Çocukken ilk yazdığım metin yavru fokları öldüren insanları öldürmek isteyen bir adam hakkındaydı! On yaşında bile değildim. Kurtların Kardeşliği’nde kurtların tarafını tutuyorum. Zavallı hayvanlar öldürülüyor çünkü cinayetlerden sorumlu oldukları sanılıyor! Bir film yaparken kendi değerlerinizi de içine koymaya çalışırsınız. Ben hayvanların tarafındayım! Filmde, prensin ısrarla avlamak istediği, sonunda vurduğu geyiğin karısı olduğunu anladığı sahne çok dokunaklı, bence.
Kitapta dev taştan heykeller yoktu
-Devasa taştan heykellerin canlandığı sahne Madame Villeneuve’ün kitabında var mıydı?
Hayır ama kitabı okurken Güzel ve Çirkin’in tanrıların kadınları baştan çıkarmak için hayvan biçimine girdiği ve eski Yunan mitlerinin bir uyarlaması olduğunu fark ettim. 17. ve 18. yüzyıllarda yazılmış birçok peri masalı aslında de Yunan ve Latin mitlerinin Hristiyan uyarlamasıdır. Yeniden mitolojiye dönersek, tanrıların insanlaşmasına dönersek panteist bir uyarlama ilginç olur diye düşündüm. Bu yüzden de tanrıları göstermek gerekiyordu. Eski tanrıların panteonunu göstermek gerekiyordu. Canlanan dev taş heykeller, ağaçlar, kökler doğayı temsil ediyor. Doğanın güçleri topraktan çıkıp kötülerin peşine düştü. Tıpkı köpeklerin ‘tadum’lara dönüşmesi gibi, prensin adamları da taş olmuş.
Orman için set dışına çıktık
-Filmin tamamı CGI mı çekildi? Set kurmadınız mı hiç?
Yemek yenilen salon ve yatak odası için set kuruldu. Kalan her şey CGI. Şato, bahçe hepsi CGI. Sadece orman sahnesini dışarıda çektik.
-Renkler çok önemli filmde...
Öyle... Michael Powell’a, Kırmızı Pabuçlar/ Red Shoes filmine, görüntü yönetmeni Jack Cardiff’e hayranım. Bir kadının ruh haline odaklandığımız için canlı ana renklere ağırlık verdim. Bir başyapıt olan Siyah Nergis/ Black Narcissus filminin ruh halini yansıtan renklerine dönmek istedim.