Bazı yolculuklar vardır unutulmaz. Onları unutulmaz kılan nedir diye düşündüğümüzde, geride kalanın gezip gördüğümüz mekanlardan çok tattığımız yiyecekler ve tanıştığımız insanlar olduğunu görürüz. En azından benim için böyle olur. Mesela Paris’i düşündüğümde önce Eyfel Kulesi’ni ilk görüşümü değil Pierrette ile çıktığımız lezzet avını hatırlarım. Yahut Roma’da Kolezyum veya Aşk Çeşmesi değil, bir pazarda üşümesin diye paltosunun içine köpeğini sokan satıcıdır zihnimde yer kaplayan. Bu hafta da böyle bir hikayem var ancak anlatacağım kentte tanımadım bu insanları. Anlatacağım kentin sokaklarında dolaşırken hep o insanları andım...
ÇİFTLİKTE TATİL YAPABİLİRSİNİZ
Geçen sonbahar, sadece dokuz gün süren bir Balkan gezisi yaptım. Avrupa ülkelerinin vize konusundaki müşkülpesentliğini konsolosluk kapısında bekleyenler iyi bilir. Ben de bir süre kabusa dönüşen vize rüyaları görmemek için vizesiz gidilebilecek ülkelere çevirmeye karar vermiştim rotamı. İşe Balkanlardan başlamak anlamlı geldi. Ne de olsa çoğu Balkan ülkesiyle tarihten gelen bir yakınlığımız var. Üstelik çoğuna vizesiz giriş yapılabiliyor. Karadağ da görmek istediğim ülkelerden biriydi ancak ülkenin kendisinden çok bir projenin peşinden koşacaktım: Putevima Stare Crne Gore, yani Eski Karadağ Kraliyet Yolu Projesi. Yolu Karadağ’a düşenler farketmiştir, dağlık ve yolculuğu zor kılan engebeli bir arazisi vardır ülkenin. Eskiden bölgede Karadağ için “Öylesine dağlık ki kimse lütfedip ülkeyi işgal etmez” denirmiş. Hatırlarsınız biz de onu ‘Dağlık Karadağ Bölgesi’ olarak bilirdik eski Yugoslavya döneminde. Çok zor bir coğrafyada kurulu ancak bir o kadar da güzel bir ülke Karadağ.
Sonbahar renklerini izleyerek yaptığım yolculuğu unutmama imkan yok. Eminim ilkbaharda da aynı güzelliktedir dağlar. Ülkenin Adriyatik Denizi’ne olan kıyısı turistik ancak dağlık bölgelere gelen giden yok. Onlar da bu dezavantajı avantaja çevirmek, ülkeye gelenlere farklı bir turizm alternatifi sunmak için Avrupa Birliği destekli bir proje hazırlamışlar. Projeyi Sürdürülebilir Turizm İnisiyatifi Merkezi üstlenmiş. Bu projenin amacı ziyaretçilere Karadağ kültürünü tanıtmak. Kültürden kasıt sadece giysiler, halk oyunları değil. Ülkenin tarihi, geleneksel mutfağı ve öykülerinin de yaşatılması konusunda önemli bir rolü var bu projenin. Başkent Podgorica’dan güneye, Budva ve Petrovac’a kadar olan alanı kaplayan bölgede 12 aile çiftliği özellikle yaz aylarında konuk ağırlayıp onlara yerel ürünleri tattırıyor, bölgeyi gezdiriyor ve ülke kültürünü anlatıyor. Gölde yüzüyor veya balık tutuyor, diğer konuklarla birlikte müzik eşliğinde dans ediyorsunuz, dilerseniz yörenin tarihini tanıyabileceğiniz yürüyüşlere katılıyorsunuz. İşte ben de proje koordinatörü Svetlana Vujicic sayesinde bu ailelerden ikisiyle tanışıp evlerine konuk olma şansı buldum, yerel yemekleri tattım.
İki güzel aileyle iki gece konaklayıp öykülerine ve sofralarına ortak olduktan sonra ikinci gece evinde kaldığım Kopitovic ailesi beni ‘Karadağ’ın Miami’si’ olarak adlandırılan Budva’ya bıraktı. Başkent Podgorica’da yaşıyor olmalarına rağmen o pazar günü ailenin annesi Snezana’nın kızkardeşini ziyaret etmek için Budva’ya gidiyorlardı. Ben de zaten son gecemi Budva’da geçirip oradan Arnavutluk’a geçmeyi planlıyordum. Snezana’nın kardeşi Mogren Otel’de kalabileceğimi söyleyince beni otele bıraktılar.
Küçücük bir kent Budva. Özellikle de eski kent denilen bölge hakikaten ufacık ancak sevimli ve özel. Özel çünkü neredeyse 3 bin 500 yıldır yerleşimin olduğu bir yerdeyiz. Adriyatik kıyılarının bu en eski yerleşim yeri, Akdeniz mimarisinin kendine has özelliklerini barındırması ve çok güzel kumsallarıyla Karadağ turizminin de başkenti. 15’inci yüzyıldan kalma kale Budva’nın en önemli tarihi eseri. Tarihçilere göre Budva bir zamanlar ada imiş ancak daha sonra karayla birleşmiş. Bir zamanlar Roma İmparatorluğu topraklarının parçası olan Budva’nın mimarisi Venedik etkileri taşıyor. Eski kenti çevreleyen ve kaleyi içine alan kent duvarları da yine Venedik Krallığı tarzında inşa edilmiş. Eski adı Castello di Santa Maria olan Budva Kalesi, zaman içinde pek çok işleve bürünmüş. Önceleri tapınakken idari merkez haline dönüştürülmüş ve son olarak da askeri merkez görevi görmüş. Kazılarda çıkarılan parçalara bakılırsa kalenin inşa edildiği yerde milattan önce 5 veya 6’ncı yüzyılda da yaşam varmış.
TEKNEYLE GEZEBİLİRSİNİZ
Tatil için Budva’yı seçtiniz, kalkıp geldiniz. Ne yapacaksınız? Yaz mevsimiyse denize gireceksiniz, güneşleneceksiniz, sahildeki kafelerde oturup güneşin batışını izleyeceksiniz. Ancak buralara kadar gelmişken çevreyi de görmek gerek çünkü bu bölgede UNESCO Dünya Kültür Mirası listesinde yer alan çeşitli yerleşim yerleri var. Bölgeyi gezmenin en iyi yollarından biri tekne gezisi. Özellikle Tivat’tan başlayarak yapılan Boka Kotorska, yani Kotor Koyu gezisinde tarihi 1380’lere giden Herceg Novi, koyun en dip tarafındaki UNESCO kültür mirası listesinde yer alan Kotor görülebilir. Kotor’u ziyaret edenler kenti tepeden görmek istiyorlarsa 1350 merdiven tırmanarak St. John Kalesi’ne çıkabilir. Yine tekne gezisi yapmak isteyenler Budva’dan kalkan teknelerle Güney Adriyatik’in en büyük adası St. Nicholas’a gidebilirler. Efsaneye göre Sırp Aziz Sava, St. Nicholas Adası’ndan Athos Dağı’na gitmek isterken dalgaların yüksekliği nedeniyle tekneye binemez ve denize birkaç taş atarak sığ bir bölge oluşturur. Aziz Sava’nın yarattığına inanılan bölge bugün turistlerin en sevdiği yerlerden.
Şehrin masalsı yeri kiraya verilmiş
BUDVA’DA en masalsı yer Sveti Stefan. Karaya yolla bağlı ufak bir ada burası. Budva’dan yürüyerek de ulaşılabiliyor (10 km) ancak yaz sıcağında herhalde yürümektense otobüse binmeyi tercih edersiniz. Büyük ihtimalle adaya uzaktan bakacaksınız çünkü adadaki otellerde kalmıyorsanız veya yemek rezervasyonu yaptırmadıysanız adaya çıkmanıza izin verilmiyor. Sveti Stefan kasabasının ilginç bir hikayesi var: Yüzlerce yıl önce bir Türk deniz filosu soygun için Kotor civarlarında saldırıya geçince askerler toplanır ve Türklere karşı halka yardım eder. Türkleri geri püskürttüklerinde kıyıya yakın kayalık bir adaya kale inşa etmeye karar verirler. Kaleye koruyucu azizleri Stefan’ın adını verirler. Sonraki dönemlerde bu kale sayesinde sadece Türklerden değil, korsanlardan ve diğer düşmanlarından da kurtulurlar. 19’uncu yüzyılda adada yüz ev vardır ancak 20’nci yüzyılın başında etkisini yitirince adada yaşayanların çoğu göç eder.
Ada nüfusu 1950’lerde iyice azalmış. Bunun üzerine evler restore edilerek ada lüks bir tatil köyüne dönüştürülmüş. 1970’lerde Holywood starları arasında çok revaçta olan Sveti Stefan, 2007’de Singapurlu bir turizm firması tarafından 30 yıllığına kiralanıp restore edilmiş. Şimdilerde 50 kadar odasıyla hizmette olan adada konaklamanın gecelik bedeli 750-1000 euro arasında değişiyor.
TOPLAM Nüfusu 1 milyondan az
YUGOSLAVYA dönemindeki altı cumhuriyetten biri olan Karadağ, ülkenin parçalanmasından sonra Sırbistan’ın bir parçası olmuş ancak 2006’daki referandumdan sonra bağımsızlığını ilan etmiş. Başkenti Podgorica olan ülkenin nüfusu bir milyonun altında. Tarih bilgisi geniş olanlar Sultan I. Murad döneminde Rumeli’yi geçen Osmanlılar’ın Karadağ’da fetihlere başladığını bilir muhtemelen. En büyük fetihler ise Fatih Sultan Mehmet döneminde olmuş ancak Osmanlı Devleti hiçbir zaman Karadağ üzerinde tam bir hakimiyet kurmamış. Karadağ, 1878’de Osmanlı’dan ayrılana kadar özerklik statüsünde kalmış.
DUBROVNİK’TEN OTOBÜSLE GİDEBİLİRSİNİZ
ADRİYATİK kıyısındaki tüm kentlerde pek çok restoranın deniz mahsullerini çeşitli yöntemlerle hazırlayıp servis ettiğini göreceksiniz. Örneğin Budva’ya sadece birkaç saat uzaklıkta, İşkodra Gölü kıyısındaki Rijeka Crnojevica’yı ziyaret ederek hem yörede hazırlandığı haliyle (taze, kurutulmuş, tütsülenmiş veya marine edilmiş) balıkları tadabilir hem de bu büyülü coğrafyada tematik yürüyüşlere katılabilirsiniz. Dilerseniz kanoyla gezme şansınız da var, unutmayın.
BALIK YEMEDEN DÖNMEYİN
ADRİYATİK kıyısındaki tüm kentlerde pek çok restoranın deniz mahsullerini çeşitli yöntemlerle hazırlayıp servis ettiğini göreceksiniz. Örneğin Budva’ya sadece birkaç saat uzaklıkta, İşkodra Gölü kıyısındaki Rijeka Crnojevica’yı ziyaret ederek hem yörede hazırlandığı haliyle (taze, kurutulmuş, tütsülenmiş veya marine edilmiş) balıkları tadabilir hem de bu büyülü coğrafyada tematik yürüyüşlere katılabilirsiniz. Dilerseniz kanoyla gezme şansınız da var, unutmayın.