Çinlilerin "ilginç zamanlarda yaşayasın" bedduası tuttu galiba.
Artık kimse uzun erimli öngörülerde bulunamıyor.
Daha mürekkebi kurumadan olaylar kurduğunuz cümleyi tekzip edebiliyor.
Güncelin böyle bir sorunu var tabii...
Olaylar nihayetinde tozdur.
Gelişmeler ezberleri de toza dönüştürüyor.
Fakat tarihi özgün bir şekilde okuyabilme kabiliyetiniz varsa, sistemin amentüsünü şekillendiren kavramların kökenine gidecek kadar müktesebatınız varsa bütün bu yaşadıklarımızın krizin ötesinde anlamlar taşıdığını da görebilirsiniz.
Artık, düzen kavramının yerine kaosu daha çok kullanır olduk.
Öte yandan, hiçbir ittifak da uzun ömürlü olamıyor.
Devletler statükoyu korumak için kısa süreli hatta sadece bir alanda ittifak kurarken diğer alanlarda ise çatışmaya dayanan ilişki sistemi tesis ediyor.
Öyle ki, özellikle güçlü devletler, "dostunu zayıflatmak" için bir taraftan en vahşi şekilde ekonomik savaş açarken, diğer taraftan terör örgütleri maharetiyle vekâlet savaşı sürdürebiliyor, hatta Ukrayna-Rus Savaşı'nda olduğu gibi, bazı ülkeler de üstün gücün stratejisi doğrultusunda devlet vasfını kaybederek vekil örgüte dönüşebiliyor.
Uluslararası kurumların durumları da malum.
Bizzat sorunun kaynağı haline geldiler.
Bu arada... Duruşumuzun ve Türkiye merkezli bakışımızın gereği söz konusu kurumların Amerikan hegemonyasının ürettiği rıza aparatları olarak tesis edildiğinin altını çizelim.
ABD Başkanı Joe Biden "Yeni düzeni yine biz tesis edeceğiz." dese de bugün hegemonik boşluk konusunda daha rahat cümleler kurabiliyoruz.
Yani, düzen çatırdıyor.
Söz gelimi, Siyonist İsrail işte bu boşluktan faydalanırken çoluk çocuk demeden on binlerce insanı soykırıma maruz bırakıyor.
Düzen tesis edeceğini söyleyen devletler de -deyim yerindeyse- kapana kısılmış, soykırımcının sırtını sıvazlıyor.
Biden'ın İsrail'e ve Netanyahu'ya sövgüleri, işte bu sıkışmışlığın ifadesinden başka bir şey değil.
Dolayısıyla, daha önce dile getirdiğim gibi yeni düzen tesis edebilecek güç de görünmüyor ufukta.
Devletler, bu kaotik süreçten "Nasıl en az zararla çıkarız?" sorusunun cevabını ararken alttan alta oluşan dengeleri de okuyacak bir akla ihtiyacımız var.
Bir kere "topyekûncu yaklaşımların" bizi doğruya ulaştırma ihtimalinin kalmadığını düşünüyorum.
Maalesef ülkemizdeki en büyük hastalıklarından biri bu.
Soğuk savaş döneminden şekillenmiş kavramlarla düşünmeyi bir türlü bırakamadık.
Liberalizme mutlak inanç besleyenler de Türkiye'nin ABD ile ilişkilerini onarım sürecini mutlak Amerikan üstünlüğüne dayandırarak bahar havası estirenler, işte bunlar.
Ne hikmetse hemen etnikçi söylemi devreye sokuveriyorlar böyle zamanlarda.
Öte yandan, neoliberal muhasebe sistemine dayanan finans merkezci kuralsızlaştırılmış ekonomik anlayışla da bir yere varamayacağımız kesin.
Geldiğimiz yer ortada.
Finansallaşma, üretim dâhil reel ekonominin oluşturduğu bütün değerleri emdi ve insanlığı büyük bir krizle karşı karşıya bıraktı.
Amerikan müesses nizamının en büyük kavgasının sebebi de bu.
Bugün rekor düzeyde bütçe açığı ve cari açık veren ve bu açığı kapatmak için de 2007'den bu yana dolar basan, dünyanın en borçlu ekonomiden bahsediyoruz.
Şöyle bakın...
Amerika kuruluşundan 2007'ye kadar 10 trilyon dolar borca ulaşmış.
Fakat... Son on beş yılda 34.4 trilyon dolara ulaştı ABD'nin borcu.
Üstelik bu borcun da 4 trilyon doları son yüz günde yapıldı.
Amerikan ekonomisinin maliyet bütün dünyanın sırtında.
Bu çerçevede...
Amerikan müesses nizamındaki emperyalist denge üzerine yükselen (derin) devlet-sermaye arasındaki kopuşu/örtülü iç çatışmanın derinleştiğini de okuyabiliriz. Bütün dünya bu çatışmanın altında kalabilir.
Önümüzde üç yol var:
Birincisi "devlet uluslararası bir yapıdır." ilkesi gereği statükonun sürdürülmesi için sistem içindeki dengeleri iyi okumak.
İkincisi ise müesses nizamın bölgenizdeki tasarımlarına karşı kendi dengenizi bağımsızlıkçı perspektiften inşa etmek.
Üçüncüsü, neoliberal muhasebe sistemine dayalı finansal sistem yerine, paylaşım mekanizmalarını da yenileyerek adil bölüşüme dayalı ve piyasayı istismar etmeyen reel ekonomiyi yeniden tesis etmek.