Oslo sürecinin neden sona erdiğiyle ilgili tartışmalar içinde gözden kaçan bir ayrıntı önem taşıyor. Murat Karayılan geçen hafta yaptığı bir açıklamada Silvan saldırısı üzerinden sadece Kandil’e fatura çıkarılmasının çok doğru olmadığını ima ederken bir ayrıntıya dikkat çekti. O da, Silvan saldırısının gerçekleştiği gün DTK tarafından Demokratik Özerklik ilanının yapılmış olmasıydı... Karayılan bir nevi sivil kanadın da bu süreçte etkisi olduğunu söylemeye getiriyor.
Süreçte yaşananlara baktığımızda aslında Kandil dışındaki aktörlerin de benzer bir sabotaj içinde olduğu söylenebilir. Bugün görüşmelerin başlaması için muhatap olarak öne sürülen ‘bileşenler’in hepsi o gün görüşmeleri dinamitlemek için ellerinden geleni yapmışlardır. Önce Karayılan, bir gün sonra Demirtaş BDP, Kandil, DTK ve İmralı gibi bileşenlerin süreçte dikkate alınması gerektiğini söyledi.
Benim gözlemim, bu dört aktörün de Oslo sürecinde büyük yanlışlar yaptığı ve adeta süreci havaya uçurduğudur.
- PKK, Devrimci Halk Savaşı stratejisinin bir parçası olan Silvan saldırısıyla terörü tırmandırarak görüşme zeminini yok etmiştir.
- DTK, aynı gün demokratik özerklik ilan ederek görüşmeleri anlamsızlaştırmıştır.
- BDP, Habur’daki zafer sarhoşluğu görüntüsünü vererek ve toplumu ajite eden söylemlerden çekinmeyerek sorumsuz davranmış ve görüşme iklimini zehirlemiştir.
- Öcalan, sonuca odaklanmak yerine süreci tüketerek siyasi güç devşirmeye çalışmış, görüşmeleri deşifre ederek ‘muhatap oldum’ görüntüsü vermeyi daha çok önemsemiş, ağırlığını ortadan kaldırmıştır.
DTK’nın özerklik ilanı da, PKK/KCK’nın terörü tırmandırması da, BDP’lilerin hukuki meşruiyetini ortadan kaldıran söylemleri de bir tür ‘meydan okuma’ anlamını taşımış; görüşmeler yoluyla değil silahın zoruyla netice almaya dönük yeni bir yola girildiğini göstermiştir.
Görüşmelerin kesilmesine sebep olan bu durum, öncelikle Öcalan’ı anlamsızlaştırmış ve devre dışı bırakmıştır.
Bugün de Öcalan’ı mitleştiren, kutsallaştıran, sembolleştiren bu bileşenler aslında Öcalan üzerinden yeni bir süreç başlatılmasını kendi çıktıkları yoldan geri dönüş veya bir tür ricat olarak görmekte ve bundan hoşnutsuzluk duymaktadır.
Kandil’den yapılan açıklamalar, Öcalan’dan gelen mesajlarla kendisine yön vermekten ziyade, Öcalan’ı yönlendirmeye veya yönetmeye yönelik anlamlar taşıyor. Öcalan’ın en çok güvendiği isim olan Karayılan bile örgütün girdiği süreçte İmralı faktörünün ana aktör olamayacağı yönünde çıkışlar yapıyor. ‘İmralı’da görüşme olmaz’ türü söylemler, Öcalan’ın şartlarının iyileştirilmesini değil, onun üzerine bir proje bina edilemeyeceğini anlatıyor.
Hem Kalkan, hem Karayılan bir yandan birbirine zıt şeyler söylüyorlar, diğer yandan adeta devlete süreç yeniden başlamasın diye kabul edilemez önşartlar koşuyorlar.
Görüşmeler yoluyla Türkiye’nin terör meselesini hal yoluna koymasını ve PKK’yı bölgedeki denklemden çıkarmasını istemeyen kimi odaklar, görüşme söylentileri tartışmaları sonrasında bu kez PKK içindeki kanatları kullanarak yeni hamleler yapıyorlar. Özellikle Suriye-İran-Irak bağlamında bölgede yaşanan gelişmelerde terör örgütü farklı ülkelerin yönlendirmesi altında farklı senaryolara hizmet ediyor. Böyle bir konjonktürde görüşme parametresinin sürece girme ihtimali bu kesimleri rahatsız ediyor.
Görüşmenin olup olmayacağı, hangi zeminde, nasıl ve ne şekilde olacağı gibi konular elbette devletin ihtiyaç duyması veya maslahat görmesi halinde değerlendireceği konulardır. Bunun tartışılmaya başlaması bile taşları yerinden oynatmaya yetmiştir.
Tüm bunlar devletin gereklilik duyması halinde kullanabileceği enstrümanlardır, şu an ise ortada duran gerçek, devletin son dönemlerin en etkili ve kararlı terörle mücadelesini sürdürmekte olduğudur.