Avni Özgürel’in Murat Karayılan ile yaptığı röportaj gerçekten ilginç hususlar içeriyor. Değerli gazeteci Özgürel’in bu röportaj ile son günlerde oluşan ümitvar havayı güçlendirmek istediği, çözüme katkıda bulunmaya yönelik bir gayret içine girdiği anlaşılıyor.
Karayılan’ın bu röportajda söyledikleri ile haftalık beyanlarında söyledikleri ise birbirini tutmuyor, daha farklı bir psikolojiyi yansıtıyor. Türkiye toplumunun Kürt meselesinde duyarlı kesimlerine hitap ederken kullandıkları üslup ile kendi tabanına ve örgütüne seslendiklerinde kullandıkları üslubun bu kadar farklı olması gerçekten ilginç... Sanki iki farklı gerçeklik düzlemi var, iki ayrı tasavvur alemi var...
Karayılan röportajında ilginç bulduğum bazı hususları şöyle vurgulayabilirim:
1. Silvan’daki terörist saldırının çözüm sürecine zarar verdiği ilk kez bu açıklıkla kabul ediliyor. Şu ana kadar ‘biz kabul ettik, hükümet yanaşmadı’ deniliyordu, şimdi ise ‘bir kaç husus dışında kabul ettik, Silvan sürece zarar verdi’ deniyor.
2. Zana, sorunu çözme gücüne sahip kişi olarak Başbakan Erdoğan’ı gösterirken, Karayılan, çözüm konusunda topun Erdoğan’da olduğunu söylüyor, ama çözme gücünün Apo’da olduğunu vurguluyor.
3. Silvan saldırısı olduğu güne denk gelen ‘Demokratik özerklik ilanının’ planlı ve taktiksel bir adım olduğu, ‘Ola ki devlet bunu kabul etmezse üzerine gelirse o zaman bizim güçlerimiz daha haklı bir pozisyon elde eder, dedik’ sözleriyle daha iyi anlaşılıyor. Görüşmelerin algıyı yönetmeye yönelik bir inisiyatifi yansıttığı, maksadın üzüm yemek değil, kendi projesini dayatmak olduğu ortaya çıkıyor.
4. ‘Şu ara fazla çatışma olmuyor ama asker her yerde, arazide yani faaliyet halinde. Bizi sıkboğaz etme durumu vardır açıkça konuşursak’ sözleriyle PKK’nın içine girdiği sıkışıklık alenen teyit edilmiş oluyor. Son dönemde örgütün hareket kabiliyetini yitirdiğine, özellikle şehir merkezlerinde sivillere yönelik saldırılarla varlık göstermeye çalıştığına dair yazılarım PKK yandaşlarınca ‘çarpıtma’ olarak yansıtılıyordu. Oysa örgütün tepesindeki Karayılan bu sıkışıklığı ikrar ediyor.
5. Karayılan bir yandan Öcalan’ın tecrit edilmesinin elini kolunu bağladığını ve süreci kilitlediğini söylüyor, diğer yandan Öcalan olmasa da yol yürüyebileceklerini vurguluyor. Hem diyor ki, ‘(İmralı sebebiyle) Durum böyle olunca bizim hareket imkanımız kalmadı... Bir şey yapmam bekleniyor ama manevra yapacağım alan yok.. Önderimiz tecritteyken bir şey yapamam.’ Hem de diyor ki: ‘Kendisi olsa da olmasa da biz bu mücadeleyi yürütebi lecek durumdayız. Eskiden de kendisi yönetmiyordu. Kendisi stratejisttir. Çerçeve veriyor, biz yürütüyorduk zaten. Mesela kendisi o zaman da Şam’daydı. Bu kadar dağlarda yürütülen bir hareket vardı... Hareket ona bağlı ama onsuz felç hali yaşayacak durumda değil... Biz bağlıyız. ...Ama bu şu demek değil; o olmadı, yürümeyiz. Yol yürürüz.’ Bu sözler aslında ‘zaten mücadele eden biziz, o eskiden de dağda değildi, işi biz yapıyoruz’ mealinde bir imayı yansıtıyor.
‘Karayılan’ın ne dediği belli değil’ demek aslında sorunun bir boyutunu oluşturuyor, asıl sorun, Kandil’de kimin sözünün geçtiği, örgüt içindeki hiziplerin, çetelerin, grupların ne yapmaya çalıştığı...
Silvan saldırısını ‘yerel unsurların merkezin kararı dışında gerçekleştirdiği bir eylem’ olarak nitelendiren Karayılan, örgütü tam olarak kontrol edemediğini itiraf etmiş oluyor. Tarihi bir süreci sabote eden böyle bir eylemi önemsiz görmek veya aydınlatamamış olmak mümkün müdür?Karayılan da çok iyi biliyor ki, örgüt içinde derin odaklarla ve uluslararası şebekelerle ilişki içinde olan gruplar bulunmaktadır. Örgütün farklı stratejileri ve hedefleri savunan kanatları kendi yöntemlerini dayatmaktadır. ‘Savaş için savaş’ konsepti, Kürtlerin her türlü kazanımını heba etme, her türlü gelişimi sabote etme pahasına devrede tutulmak istenmektedir.