İmralı ile başlayan görüşme sürecinde kaleme aldığım yazılarda BDP, Kandil ve Avrupa kanadının nasıl pozisyon alacağı kadar, bu süreçte nasıl bir dil kullanacaklarınında belirleyici olacağını vurguluyor, sadece onların değil tüm aktörlerin sürecin nezaketine uygun bir söylem içinde olması gerektiğini vurguluyorum.
Hatta öfkemizi ve nefsimizi bastırarak, kızgınlığımızı içimize gömerek, sağduyu ve teenniyle hareket etmemiz gerektiğini söylüyorum. Ama bu süreçte saf olacak, susacak, her söyleneni yutacak da değiliz.
Kandil’den gelen zehir zemberek açıklamalara ve çarpıtmalara da tepki gösteririz, BDP’den gelen kişisel hakaretlere de cevap veririz. Eğer bazı yazarlar, Kandil’in hezeyanlarını görmezden gelip de sadece hükümetten yapılan açıklamaları taşa tutarlarsa bu da adil bir yaklaşım olmaz.
Dün Ruşen Çakır yazısında şöyle diyor: “Hükümete egemen olduğu anlaşılan ve Başbakan Erdoğan’a en yakın isimlerden Yalçın Akdoğan’ın yazılarına da yansıyan ‘Biz süreci İmralı ile götürüyoruz, nasılsa Kandil ona karşı çıkamaz’ yaklaşımı ve bu sırada PKK’nın lider kadrosuna yönelik olarak benimsenen aşağılayıcı üslup bu yeni süreci ciddi bir şekilde sabote edebilir.” PKK’lıların bizi sevmediğini zaten biliyoruz, çünkü bizim de onları sevecek halimiz yok. Bu süreç karşılıklı sevgi ve hoşgörüyle şekillenen bir süreç de değil. Ancak objektif olması gereken medyanın taraf tutar şekilde sadece hükümete görevler biçmesi veya sadece AK Partililerin dilini sorgulaması da doğru değil.
***
Kandil sürekli AK Parti sözcülerini hedef gösteriyor ve onlara her türlü hakareti yapıyor. ‘Aman canım onlar zaten terörist başka ne beklenir’ demek yetmiyor. Bunun bir müsamaha ve arka çıkmaya dönüşmesi hiç doğru olmaz.
Acaba Kandil’deki örgüt elebaşları bu sürece nasıl bir etki yapıyorlar, olumlu mu, olumsuz mu? Duran Kalkan son açıklamalarında görüşmelerin oy kazanmak için yapıldığını, PKK’ya karşı operasyonları maskelemek için örtü olarak kullanıldığını söyledi.
Görüşmeleri, sonuç alınacak ciddi bir girişim değil de örgütün yok edilmesi için bir kandırmaca olarak takdim eden böyle bir zihniyet nasıl çözümden yanaymış gibi görülebilir?
Murat Karayılan diyaloğu önemli bulduklarını söylüyor ama asıl olarak ‘mücadeleyle ve direnişle’ çözüme ulaşma hedefine sahip olduklarını vurguluyor.
Kandil, hükümeti ve Başbakan’ı ağır ithamlarla suçlarken süreçle ilgili de şartlar öne sürmeye devam ediyor. İkna olmak için Öcalan’la görüşmeleri gerektiğini söyleyen Karayılan, açıkça ‘önce Öcalan serbest kalsın, sonra süreç işleyebilir’ anlamına gelen laflar ediyor. Peki bu yaklaşım, çözümden yana olmak mıdır, yoksa Öcalan’ı düşünüyormuş gibi görünüp süreci baltalamak mıdır?
Yıllardır Öcalan’ın adını istismar eden ve onu tutkal gibi kullanan Kandil zaten hiçbir zaman Öcalan’a açıktan tavır takınamaz. Geçmişte de hep Öcalan dediler ama onu gömecek her adımı attılar.
Hatırlanırsa ‘Karayılan Öcalan’a racon kesiyor’ dediğimde de bunu kastetmiştim. “Öcalan’ın devletin kontrolünde bir kişi olarak etki altında kaldığı” kabulünü yayarak kendi pozisyonlarını dayatma eğilimine giriyorlar.
Karayılan’ın şu sözleri, “Öcalan’ın sözlerini devletin sözleri olarak görmek ve reddetmek” eğiliminde olduklarını gösteriyor: “Başbakan’ın bize dayattığı teslim olmadır. Geçmişten bu yana zaten Türk hükümetleri hep bunu yaptılar. Dersim’de de bu oldu, Şeyh Said İsyanı’nda da bu oldu, Ağrı İsyanı’nda da bu oldu. En son Kenan Evren’den bu yana bize hep söylenen, ‘ya gelip teslim olacaksınız, ya yok olursunuz ya da çekip gidersiniz’dir”.
AcabaZübeyir Aydar’ın ‘Öcalan emretsin sınır dışına çekilelim’ ifadesi, ne derece Kandil’in iradesini yansıtıyor?
***
Kandil’in süreçte nasıl tavır takınacağı, Öcalan’ın çağrısına nasıl karşılık vereceği elbette önem taşıyor. Ancak bu önem, onların her dediğine eyvallah denilmesini gerektirmiyor.
Mesela Karayılan, PKK’yı bir demokratik hareket olarak niteliyor. Buna sessiz kalmak akla ve hakikate hakarettir. Eli silahlı, kan döken, baskı ve tehditle hareket eden, totaliter ve baskıcı bir örgüt demokratik olabilir mi?
Elbette olamaz.
Çözüme ulaşmak, devletin PKK’yı terörist görmekten vazgeçmesi anlamına gelmez. Ne devlet dağdaki adamın algısını değiştirebilir, ne de PKK, devletin terörist algısını bıraktırabilir. Zaten algılar farklı olsaydı mücadele olmazdı. Çözüm, vasıfların değişmesinden geçmiyor, farklı vasıftakilerin silahı devre dışı bırakacak bir çözüm projesine ulaşmasından geçiyor.