New York University Profesörü Selçuk R. Şirin Hurriyet.com.tr’deki köşesinde “Kodlama Dersi 1. Sınıflarda Zorunlu Olsun!” başlıklı bir yazı kaleme almış.
Kodlama artık her işin içinde, kendisi de değinmiş, giydiğimiz takım elbiseler, gömlekler nano teknoloji, yediğimiz sebze-meyveyi bile barkodla takip ediyoruz, içtiğimiz süt ve onu veren inek bile teknoloji ile içiçe, otomasyonsuz, yazılımsız, kodlamasız hiçbir şey yok artık.
Estonya ve Finlandiya’nın daha 1. Sınıftan kodlama dersini müfredata koyduğuna, İngiltere’nin daha önce, daha 5 yaşında algoritmik düşünceyi aşılayan oyunlarla başlattığına da değinmiş Şirin Hoca.
Hepsine katılıyorum, hepsi doğru tespitler. Ama bir de şunları düşündürdü bana bu yazı.
Estonya, Finlandiya ya da hepsinden önce dünyanın yazılım deposu olmak üzere yola çıkan (ve olan) Hindistan için bu kararlar ilkokul müfredatından öte bir ulusal stratejiydi.
Çin ise kurgusunu daha farklı yaptı. Önce dünyanın fason üreticisi olma vaadinde bulundu, akabinde tüm dünyadan tasarımlar, çizimler, ihtiyaçlar aktı Çin’e. Sonra Çin kendi üretim bantlarını da açmaya başladı fason işleri yaptığı bantların yanına. Ardından dünyadaki krizden de faydalanıp çok önemli global markaları satın almaya başlayınca pazılın parçaları da birleşmiş oldu.
Bir başka örnek, hemen yanıbaşımızdan… Romanya. 65 bin IT uzmanı ve yazılımcı yetiştirdi Romanya son dönemde. Hedef Hindistan’ın “Dışarıya iş yapmak (Outsource)” noktasında gitgide yükselen maliyetlerine bir alternatif olabilmek. Nasıl bir yarış var, görüyorsunuz değil mi?
Mesela İtalya bu yarışta tamamen farklılaşma kararını çok uzun zaman önce aldı. Hala o doğrultuda ilerliyor. “Ben üretimle uğraşmam, tasarlarım, kime isterseniz ürettirin” dedi. Bugün dünyanın tasarımda tartışmasız bir numarası. Hamallığıyla da uğraşmıyor, birikim ve yeteneğini satıyor, üretimi ise kim %0,0001 cent aşağıya yaparsa o üstleniyor.
Yine Çin’e dönersek, her eyaletin farklı bir uzmanlık alanı var, kozmetik üreten eyalet farklı, tekstil üreten farklı. Örneğin teknoloji üretimi ile işiniz varsa Guangzhou’ya gitmeniz gerekiyor, bunu oradakiler de, tüm dünya da biliyor. Hatta bir bölgede çalışan bir çalışanın başka bölgede işe girmesi bile kısıtlanmış. Bu da uzmanlaşmayı doğuruyor.
İşte dünyadan birkaç örnek. Hepsinin altında bir strateji yatıyor.
Peki bizim Türkiye olarak stratejimiz ne? Ne olmalı? Coğrafi bölgesel bazında düşünecek, her bir bölgemize farklı uzmanlık alanları tanımlayacaksak o bölgeler ve o bölgelerin stratejileri ne olmalı?
İşte düşünmeye başlangıç noktası tam da burası. Bunu belirledikten sonra eğitim sistemi ve müfredatlar çok daha rahat, çok daha sistemli ve planlı bir şekilde oluşacaktır.
Ve eğitimimizin bu dönüşüme, bu stratejiye ciddi şekilde ihtiyacı var.
KANADA SONBAHAR YAPRAKLARINI SATTI, YA BİZİM KAR TOPLARI?
Kanada’da “Fall Foliage Turları” düzenleniyor sonbahar aylarında. Ağaçların sonbaharda dökülen yaprakları temizlenmiyor ve ortaya muhteşem bir görüntü çıkıyor. Kanadalılar da yapraklara basarak yürüme fikrini bir pazarlama dehasıyla turizme dönüştürmüş durumda.
Son günlerde yaşanan yoğun kar yağışı aklıma hem Kanada’daki bu fikri, hem de Dubai’deki AVM’lerin içine kurulan sanal kar pistini getirdi. Dışarısı 50 derece olduğu halde kara, kışa, soğuğa hasret araplar içeride kurulan dekorda köpükten yapılmış karlarla kartopu yapıp birbirine atıyorlardı. Aman Allah’ım, o ne coşkuydu öyle?
Göstere göstere gelen kar yağışını “İstanbul’da, Asya ile Avrupa’nın buluşma noktasında kartopu oynama turu” diye niye satmadık ki Araplara?
Aah ah, gitti gül gibi karlar…