AB Bakanlığı’nın hazırladığı bir kamu spotu, oldukça dikkat çekici. AB değişim programları çerçevesinde dost olduğu tahmin edilen gençlerden biri, diğeriyle, eski tabirle mektuplaşıyor. Ne kadar ortak yönleri olduğunu hatırlatarak neden daha fazla birlikte olmanın yollarından biri olarak Türkiye’nin AB sürecine birlikte katkı vermeyelim diye soruyor. Ayrıca, ‘eskiden bizler AB ülkelerine gidip eğitim almak için uğraşırdık, şimdi sizler geliyorsunuz’ gibi bir anlatım kullanılmış ve bu arada AB’nin içinde bulunduğu krize de gönderme yapılarak birlikteliğin bir başka yararına dikkat çekilmiş.
Küresel sistemde, özellikle gençlerin beklenti ve düşleri arasındaki benzerlik inanılmaz; aralarındaki iletişim devletlerinkinin çok ötesinde ve her ülkeden binlerce genç cesurca dünyanın her yerine gidip gelmeyi başarabiliyorlar. AB Bakanlığı bu gerçekten hareketle çok başarılı bir kamu diplomasisi örneği sergilemiş, tebrik etmek gerek.
AB üyelik süreci açısından bu tür insana değen konuların öne çıkarılmasının yararı, üyeliğin içselleştirilmesine katkı sağlıyor. Bu tür girişimlerin ikinci ayağını spotun AB üyesi ülkelerinde de gösterilmesini sağlamak oluşturmalı.
Hedefler
AB ülke vatandaşlarını Türkiye’nin üyeliğine ikna etmek, Türkiye vatandaşlarını ikna etmekten daha zor; zaman alacağına kuşku yok. Ancak tüm sonradan üye olmuş ülkeler, diğerlerini ikna etmeye yönelik epeyce çaba sarf etmişlerdi. Hatta Polonya biraz ileri gitmiş, üyelik öncesi Paris’te kullandığı duvar afişlerinde ‘nitelikli ve ucuz işgücünü’ öne çıkarmış ve bütün Fransa Polonyalı musluk tamircileri gelip Fransa vatandaşlarını işsiz bırakacak diye paniğe kapılmıştı. Sanki Fransa’da herkes musluk tamircisiymiş gibi..
Polonyalılar da kamu diplomasisini AB üyelik süreciyle öğrendiler; Türkiye de öğreniyor. AB’ye üyelik sürecindeki kamu diplomasisinin kitlelerin korkularını dindirecek, dostluk, barış ve dayanışmaya katkı sağlayacak bir dille yapılması halinde genelde sonuç yarattığı söylenebilir.
Bu çerçevede Türkiye açısından üç hedef kesim var gibi gözüküyor. Bunlardan biri Türkiye’nin üyeliğine kategorik olarak karşı çıkan, milliyetçi partilere oy veren kesim; bu kesimi ikna etmek pek mümkün değil. İkinci kesim, kuşkucu denebilecek kesim ve ikna edilmesi gereken bu geniş kitle ile ne yazık ki şu ana kadar fazla ilişki kurulmuş değil. Üçüncü kesim ise, zaten üyeliği destekleyen bir azınlık ve ilişkiler esasen bu kesimle yürütülüyor.
Bu çerçevede kategorik retçilere Sarkozy, şüphelilere de Hollande örnek gösterilebilir.
Fransa ile yeniden
Hollande’ın Fransa’daki başkanlık yarışını kazanması, Türkiye’nin en azından Fransa’daki sosyalistleri ve onları destekleyenleri muhatap alarak ilişkileri yeniden inşa etme girişimlerine başlamasının önünü açıyor. Yeni dönem Fransa, Türkiye üyeliği çerçevesinde muhtemelen insan hakları demokrasi konusunu öne çıkaracaktır; ki bunun Türkiye’ye zararı değil yararı olur. Dolayısıyla kamu diplomasisi açısından üzerine gidilecek ilk konunun ortak ve evrensel insan hakları ile değerler konusu olması muhtemel.
İkinci konu ise, Sarkozy’nin bir fiyaskoya dönüştürdüğü ‘Akdeniz için Birlik’ projesini ateşlemeye yönelik olabilir. Her aday ülke, çantasında AB’ye sunacak bazı avantajlar bulundurur; Türkiye’nin çantasında da Doğu Akdeniz bulunuyor. Sarkozy, Akdeniz projesini üyeliğe alternatif olarak sunmuştu; bu kez Türkiye aynı projeyi Fransa ile işbirliği önceliğiyle üyeliğin anahtarı olarak Hollanda’a kendisi önerebilir. Yani önerinin Fransa’dan gelmesini beklemeye gerek yok ve bu bir tarihi fırsat olabilir.