Süreyya Eğitim ve Dayanışma Derneği'nin kadınları buluşturduğu bir toplantıdaydık dün. Kızlararağası Medresesi'ndeki Türkiye Yazarlar Birliği İstanbul şubesinde, 'Süreyya Aynası' adlı kitabın tanıtım mahiyetinde bir buluşmaydı bu. Süreyya Yüksel'i rahmetle andığımız, onun hatıralarını konuştuğumuz bir toplantıydı. 80'lerin, 90'ların İslami Hareket mensubu pek çok değerli arkadaşımız toplanıp gelmişti.... Prof. Alev Erkilet Başer, Doç. Gülenay Pınarbaşı, Yıldız Ramazanoğlu ve bendeniz, hem kitap hakkında hem de 80'lerden itibaren yol yürüyen Müslüman kadınların özgün ve çok da anlatılmayan duruşu hakkında konuştuk.
'Nuruyla karanlığı delen yıldız' manasındaki ismiyle, hepimize apaydınlık bir öncü, yol açıcı, destek, güzel örnek olan Süreyya Yüksel ablamız, meğer ne kadar çok kişinin hayatına dokunmuştu... Bir ucu Norşin'deki Şark Medreselerine dayanan, diğer ucunda İstanbul Üniversitesi olan; iki kanadı da uzun, heybetli, maceralı bir hayatı oldu onun. Norşin tarafıyla ehli sünnet çizgisindeki ilmi derinliği, takvası ve güzel ahlakı, İstanbul tarafıyla ise İslami direnişin dinamosu olan enerjik kabiliyetleri, ruhunda meczetmiş bir öncüydü.
Evinden ayrılıp, kız arkadaşlarıyla kurduğu Suffe adındaki ribat evi, dünyayı, ülkemizi, teoriyle pratiği, İslami yaşantı ile çevrili olduğumuz yasakları masaya yatırdığımız bir çatıydı. Öğrenci eviydi... Yolcu eviydi. Kadınlar dünyasıydı. Kız eviydi. İlim eviydi. Kardeşlik dostluk eviydi.
Süreyya Yüksel ablamızı Hz. Fatıma'nın doğum yıldönümü etkinliğiyle tanımıştım ilkin, İstanbul Hukuk Fakültesi öğrencisiydim, 1985'ti ve bir 8 Mart etkinliği olarak düşündüğüm bu toplantıya katıldığımda, dünyada ezberlediğimiz öncü kadınlar arasında hiç işitmediğim bir ismi; Hz. Fatıma'yı dinleyecektim. Hayatım değişecekti ve ondan sonra Hz. Fatıma benim için yazar olarak da yazma serüvenimin öncü ismi olacaktı. Programı tertip edenler arasında Süreyya Yüksel, Sabiha Ünlü, Bakıye Marangoz gibi isimler vardı. Hepsiyle zaman için de tanışacak yoldaş olacaktım...
Aradan geçen 4o yılın ardından baktığımda, Süreyya Abla ve arkadaşlarının başlattığı işin, genç kuşakları İslami yönden aydınlatma olduğunu söyleyebilirim. Ama bu aydınlatma Batılı içeriğiyle salt bilinç yükseltmeden ibaret de değildi. Hakikati İslami niyetle tamamlayan bir girişim olduğu için, gönüllerde güzel izler bırakan, insanı dönüştürücü eylemlerdi bunlar... Müslüman kadınlar, herhangi bir destek almaksızın, kendilerince tertip ettikleri faaliyetlerle, İslam kadınlarını, örnek şahsiyetler olarak güncelliyorlardı, bu toplantılar aracılığıyla. Tarihin unutkanlık tozlarıyla ağırlaşmış, loşlaşmış, silinmeye yüz tutmuş hanım rehberlerini, günümüz Müslüman kızları için yeni bir diriliş umuduna dönüştürüyordu Süreyya Abla ve arkadaşları...
Süreyya Yüksel Abla ve arkadaşları, 80'ler boyunca, tiyatro, şiir, temsil, fotoğraf, poster, duvar yazısı gibi sanatları, dini tebliğ içeriğiyle sahneye koymuş, gösterime çıkartmış, yenilikçi zihinlerdi. Hassaten Süreyya Abla'nın spekülatif bir zekası vardı. Sadece dikte edilen bir dini eğitimden ibaret değildi onun öncülüğünü yaptığı şey. Klasik medrese geleneğinden gelen sağlam bir dini tedrisattan geçmişti, babası Molla Sadrettin Yüksel ve Bitlis Norşin'den devam edegelen medrese geleneği onu ehli sünnet çizgisinde bir ilim deryası kılmıştı. Ama Süreyya Yüksel, bu kuvvetli geleneğe, modern imkanlar bağlamında güncel çeşitlilikler de katan bir isimdi. Bu yüzden 'Afgan Düğünü' gibi interaktif bir tiyatro için, modern tekniklerle, toplumsallaştırılmış bir tebliğ metoduydu diyebilirim... Tiyatroyu kullanması, şiir geceleri tertip etmesi, slayt ve fotoğraf sergileri, 80'ler boyunca sürdü.
Ekip aynıydı; Fevziye Nuroğlu, Sabiha Ünlü, Emine Şenlikoğlu, Bakiye Marangoz, Asiye Dilipak gibi kadın yazarların öncülüğünde tertip edilen Afgan düğünlerinde şiirler okunur, tiyatrolar oynanır, marşlar söylenir, konferanslar verilir, ardından Afganistan'a yardım ve destek toplanırdı. Afganistan, hiç uzak değildi bize, evlerimizde, odalarımızdaydı... Ailevi bir meseleydi Afganistan, çoluk çocuk, kadın-erkek, yaşlı-genç, hep birlikte düşündüğümüz, düşünürken kalbimizin attığı soylu bir direnişin ve evrensel bir dirilişin simgesiydi. Afganistan Cihadı; tıpkı Filistin ve Mescid-i Aksa gibi, daha sonralarındaysa Bosna ve Çeçenistan savunmalarında da olduğu gibi İslami bilinçlenmenin, ümmet sorumluluğu ve cihad fikrinin başat manivelalarındandı...
Seksenler ve doksanlar boyunca evlerimizdi toplanma ve buluşma yerlerimiz. Fakültelerin örtülü kızlara yasaklandığı günlerde, hangi arkadaşımızın evi müsaitse orada toplanır, kitap okur, derslere giremeyişimizin yol açtığı vicdan azabını okullaştırdığımız evlerde düzenlediğimiz okuma günleriyle yatıştırmaya çalışırdık. Batı'da ve Doğu'da ne kadar fikri külliyat varsa, elimizden geçerdi. Bunun çok önemli bir fikri ve zihinsel koza kuracağını ise daha sonra fark edecektik. O yasaklı günlerde, evler, ikinci fakülte işlevi gördü hepimize...Süreyya Ablamız, tefsir ve Risale-i Nur dersleriyle, bizlere büyük şevk verecek bir fakülte kurmuştu adeta. Kritik etmeye yönelik zekası, ve okuma metoduyla, aslında mücadelesini verdiğimiz işin bir eşarp, şal veya kumaş örtü meselesi olmadığını, Ahzap ve Nur sureleri başta olmak üzere, Allah'ın ayetlerini taşıma, Allah'ın hatırını yüksek tutma işi olduğunu öğrenmiştik ondan...