BDP’liler ‘cesurca’ mesajlar veriyor. Meclis’e sevk edilen fezleke dokunulmazlıklarının kaldırılmasına kadar varırsa hiç aldırmayacaklarmış. “Biz buraya dokunulmazlık kazanmak için gelmedik” dediklerini gazeteler yazıyor. Görevlerini yapmaya devam edeceklermiş...
İyi de, görevlerini yapabilmeleri için dokunulmazlığa ihtiyacı var BDP’lilerin; dokunulmazlık zırhı en çok onlar için gerekiyor...
Milletvekilleri bir ilden seçilseler bile bütün ülkeyi temsil ediyorlar. Seçilene kadar daha az sayıda insana muhataplar; milletvekili sıfatını kazandıktan sonra ise bütün ülke onların faaliyet alanı haline dönüşüyor. Başka demokratik ülkelerde yalnızca ‘kürsü masuniyeti’ olarak tanınmış dokunulmazlık bizde hemen her alanı kapsıyorsa biraz da bu yüzden; milletvekilleri ülkenin dört bir yanında serbestçe dolaşabilsin, konuşabilsin, görüş açıklayabilsin diye...
Bir de tabii başka odakların tacizine uğramaması için de milletvekillerinin böyle bir korunma altına alınması öngörülmüş...
Dokunulmazlığı kalkan milletvekilinin başına neler geleceği kestirilemez; başbakan olsa dahi... Açılacak veya zaten açılmış davalarla isteyen istediği milletvekilini ve partisini serseme çevirir. Cezaevine düşen milletvekili görevini de yapamaz.
Milletvekilini cezaevine kapatmış Türkiye’nin dünyanın gözünden düşmesi murat edilmiyorsa, kimsenin böyle bir gelişmeden mutlu olmaması gerekir.
Özellikle de BDP’li milletvekillerinin...
En aşırı talepleri bile dinlemeye hazır hale gelmiş kamuoyu, bir günde hak ve özgürlüklerin rafa kaldırılmasına göz yumar hale gelir. Gerilimin tırmandığı bir ülkede, dışarıdan eleştiri yağmuru altında kalan iktidar en sağduyulu teklif ve taleplere karşı sağırlaşır.
1994’te böyle bir sürece girivermişti Türkiye...
Halkın, kendilerine oy verirken, söylem ve eylemleriyle 1994-öncesi dönemi günümüze taşımalarını istediğini düşünüyorsa BDP yöneticileri, meydan okumaya devam edebilirler. Halk, BDP’den, kendilerinin sözcüsü olarak ülkeye barışı getirmenin yolunu kolaylaştırmasını bekliyor.
Yapıyor mu bunu BDP? Yapmıyor. Bunu yapmamak için mazeret üretiyor; çoğu kez de bunun gerçekleşmesinin önüne dikiliyor. Vaktiyle Kennedy’nin formüle ettiği ‘çözümün parçası olmayanların sorunun parçası olacakları’ tespiti ‘Kürt sorunu’ ve BDP ekseninde de geçerli. O sorunun çözümünün bir parçası mı bugün BDP, yoksa sorunun bir parçası mı?
Sizce hangisi?
Kendilerini ada ile dağ arasına sıkıştırmalarının sonucu bu. Oysa siyasi alanda onlara düşen görev, kimlerle görüşürlerse görüşsünler, kimin veya kimlerin sözüne kulak verirse versinler, halkın beklentileri istikametinde çalışmalar yürütmektir: Kendi sağduyusuna güvenerek üreteceği formülleri gündeme taşımak, gündeme gelen çözüm önerileri üzerinde tartışmalara katılmak, konuyu kendileri kadar bilmeyenlerin yanlışa düşmelerini engellemek...
Az kalsın ölüyordu cezaevlerinde açlık grevi yürüten gençler, adadan müdahale gelmeseydi... Aralarında kendi seçim bölgelerinden gençlerin de bulunduğu insanlar dağdan inip hayatlarını kaybediyorlar ve onlar seyirle yetiniyor... Hükümet devlerle hesaplaşmayı dahi göze alıp devletin değişmez sanılan politikalarını işlevsiz bırakarak çözüm yolunda adımlar atıyor, onlar o politikaları geçersiz kılacak tarzda davranıyor...
Görev tanımları buysa, başarılı sayılırlar...
Milleti temsil etme zamanları esas şimdi...