Kahvenin tarihi 10. yüzyıla kadar uzanıyor. Kahve Yemen’den gelir dense Üç Şehir Bir Kahve sergisini gezerken kahvenin Habeşistan’dan çıktığını öğreniyorum. Ancak Habeşistan’dan Yemen’e gelişi konusunda da rivayet muhtelif.
Herkesin bir hikayesi, bir anısı vardır kahveyle. O yaşamın parçası olur, kendi alanını ve kültürünü oluşturur.
2005 yılıydı Mısır’a yaptığımız seyahat son derece keyifli geçiyordu. Şarm el Şeyh’e geçtik. Malum hava çok sıcak, yaşanabilir zamanlar gecenin geç saatleri oluyor. Akşam yemeği yendi sıra kahveye geldi.
Kahve sipariş ettik ama getirdikleri şey çok kötüydü. Yarım bıraktık ve biraz da içerleyerek otele dönmüştük ki korkunç patlamayla irkildik. Yaklaşık yüz kişinin can verdiği o bombalı saldırıdan dakika farkı ile kurtulmuştuk. O an, kaderimin kahveyle kesiştiği en keskin virajdı.
Hayatta kalmamızın vesilesi kötü kahve oldu.
Üç Şehir Bir Kahve sergisini gezerken bunları düşündüm.Keyifli sergide, kahvenin yolculuğu kapıdan başlıyor. Taze kahve kokusu eşliğinde ve resimler arasında şehirden şehire, kültürden kültüre dolaşıyorsunuz.
Adabı, kuralı var!
Kahve birden fazla anlam taşır. Öncelikle bir bitkinin adıdır. Aynı zamanda bu bitkiden elde edilen çok lezzetli içeceğin ismidir de. Bu yüzden bu içeceği içen insanların sosyalleşmesi için oluşan ortak mekana da kahve deriz. Kahvehane veya günümüz söylemiyle kafe. Belli planı, kuralları ve adabı vardır kahvehanelerin.
Sergide Türk Kahvesi ve İstanbul Kahvehaneleri konulu bir sohbeti de dinledim. Sanat Tarihçisi Öğr. Gör. Çiçek Akçıl Harmankaya’nın konuşmasında kahveye dair çok özel bilgiler edindim.
Kahvenin tarihi 10. yüzyıla kadar uzanıyor. Kahve Yemen’den gelir dense Üç Şehir Bir Kahve sergisini gezerken kahvenin Habeşistan’dan çıktığını öğreniyorum. Ancak Habeşistan’dan Yemen’e gelişi konusunda da rivayet muhtelif.
En meşhuru kahvenin kaşifi olarak anılan bir çobanınki. İsmi kültürlere göre Kaldi, Kavli ya da Halidi olarak anılan çoban, sürüsüyle dolaşırken uykuya dalar. Bu arada uzaklarda otlayan keçilerinin döndüğündeki neşeli hali ve hareketlikleri dikkatinden kaçmaz. Nedenini merak eder ve sürüyü takip edince onların kahve bitkisini yediğini görür. Çoban kendisi de dener bu bitkiyi ve zinde kaldığını anlar.
Dervişlerin kahve merakı
Sadece içecek değildir kahve. Habeşistan’da yaşayan halk, bu meyveyi yağ ve tuzla karıştırarak hamur haline getirir uzun yolculuklarda yerlermiş.
Denilir ki tekkesinden kovulan ve sürgüne gönderilen Şeyh Şazeli, Moka yöresinde dolaşırken bu bitkiye rastlar ve içmeyi dener. Üç gün sadece bu suyla yaşar ve zinde kalır. Şeyhi aramaya çıkan dervişler uyuzdan muzdariptir. Onlar da kokusunu beğendikleri bu bitkiyi yiyince hastalıklarının geçtiğini görürler. Haber Moka’da yayılır ve kahve şifa niyetine kullanılmaya başlanır.
Batı’da kahvenin ‘moka’ olarak anılması da buradandır.
Zikir meclislerinde kahvenin kullanımı önemlidir çünkü saatler süren ibadetler sırasında uyanık olmak gerekir. Bu süreçte, Şazeli tarikatı öne çıkar. Kahvenin Yemen’e getirilmesi de Şeyh Şazeli’ye bağlanır. Bugün Cezayir’de kahvenin adı Şazeli’dir.
İçerken niyet önemli
Eski İstanbul’daki kahvehane tabelalarında “Her sabah besmele ile açılır dükkanımız, Hz.Şazeli’dir pirimiz üstadımız” yazarmış. Ali bin Ömer eş-Şazeli, “Kahve zemzem gibi, hangi niyetle içilirse ona yarar” der.
Kahvenin sindirimi kolaylaştırdığı, cildi yumuşattığı, saçları daha parlak yaptığı bilinen kahvenin bitkileri güçlendirdiği ve böcekleri uzaklaştırdığı söylenir. Ama en belirgin özelliği zihin açıklığı vermesidir.
Beşir Ayvazoğlu sohbetinde kahvenin bu hasletine vurgu yapar. Hüseyin Rahmi’nin romanlarından naklen sigarasını, kase büyüklüğünde fincanla köpüklü kahvesini höpürdeterek içmeden kendine gelemeyen yaşlı tiryakileri yazar.
Güğümde demlenirdi
Osmanlı’da kahvenin önce güğüm ve ibriklerde daha sonra üçlü ya da beşli cezvelerde pişirilirmiş. Kişiye özel cezve ve fincan kullanımı çok daha sonradır. Dünyada sudan sonra en fazla tüketilen içecektir kahve. Türk kahvesi pişirme usulüyle daima öndeç gelir. Türk kahvesinde köpük hassas meseledir. Kimi tiryaki için, “kallavi, manda batmaz, altı aylık çocuk yürür” şeklinde tanımlamalara nail olan köpük, vazgeçilmezdir. Ressam yazar Malik Aksel bir yazısında bunu vurgular. Ayasofya Muvakkithanesi önündeki kahvedeki müdavimlerden kimi köpüğünün çatlak olmamasına titizlenirken kimi köpüksüz çok kaynamış kahve derdindedir kimi de kızgın külde kahve ister.
Kahve ile harmanlanan üç şehrin bir araya gelip bütün olduğu bu sergiyi kaçırmayın. Sergi 27 Şubat’a kadar Milli Reasürans Sanat Galerisi’nde sizleri bekliyor.