Bâzı meseleleri îzâh edebilmek için konuyu ilk göründüğünden daha çapraşık hâle getirmek zorunda kalabilirsiniz. “Ama işin aslı...” diye başlayan açıklamalar genellikle buna örnekdir.
Bâzı meselelerin daha iyi anlaşılabilmesi içinse konuyu basitleştirmek yararlı olabilir.
Ben şimdi bu yola başvuracağım:
“Türk” kelimesinin, biri “etnik” diğeri ise “politik” olmak üzere iki anlamı vardır. Birincisi Türk soyundan gelen, kendini öyle sayan insanlara verilen addır. İkincisi ise Türkiye Cumhûriyeti’nin yurddaşlarına verilen ad.
Bunun “etnisite” (kavmiyet) ile bir alâkası yokdur. Eğer gerekirse, yâhut sırf istenirse “Kürd/Ermeni/Rum vs.” kökenli Türk denilir ama herhangi bir ülkenin sınırında pasaport kontrolünden geçerken siz “Türk”sünüzdür.
Bunun üstünlükle bir ilgisi de kesinlikle yokdur. Her kavim şâyân-ı hürmetdir ama bu memleketin adı da 12. Yüzyıl’dan beri “Türkiye”dir. Üstelik bu adı koyanlar Batılılardır. Garibdir ama buraya en geç “Türkiye” diyenler ancak 20. Yy. başları Türkler olmuşlardır.
Esas konuya dönersek, bir ülke yurddaşına o ülke milletinin bir ferdi olmasının şaşılacak bir yanı da yokdur, zîrâ meselâ Ermenistan Cumhûriyeti vatandaşı olan bir Türk de resmen “Ermeni”dir. Ne var ki “Türk asıllı” bir Ermenidir.
Bu bahsetdiğim “teknik” bir durumdur.
Ne sevinilecek ne de yerinilecek bir özelliği vardır, sâdece bir durumdur.
Türkiye geçmiş yıllarda bu ayrımı yapmakdan kaçınarak büyük bir hatâ işlediyse bile artık böyle bir problem sözkonusu değildir.
Öyle sanıyorum ki Kürd asıllı vatandaşlarımızın bâriz bir çoğunluğu da bu meseleyi bu şekilde görmekden bir rahatsızlık duymamaktadırlar. Onun içindir ki buna artık “mesele” demek bile gereksizdir.
Öte yandan bunu kabûl etmeyen Kürdler de var ki onlar BDP adlı politik formasyonun çatısı altında örgütlenmiş bulunuyorlar. Onların niyeti, zevâhiri kurtarmak için aksini iddia etmek mecbûriyetini hissetseler bile, Türkiye’den kopup ayrı bir devlet, bir Kürdistan Cumhûriyeti kurmak.
Ben, inançlı bir demokrat olduğum için, hiç hoşuma gitmese dahî bu fikre saygı göstermeye mecbûrum.
Yeter ki bunu gerçekleştirmek isteyenler kaba kuvvete başvurma suçunu işlemesinler!
Benim görüşüm, yurddaşlık (milliyet!) problemini halletmiş ve birkaç yıldır ortaya koyduğu üzere olağanüstü bir ekonomik performans sergilemeye devâm eden bir Türkiye’nin, bu tür bölücü akımlardan çekinmeye kat’iyyen ihtiyâcı olmadığı yolundadır. Tam tersine bu Türkiye, vatandaşlarından bir bölümünün yine bir bölüm toprağını da kopararak ayrılacağı tâlihsiz bir ülke değil, tam tersine güneyindeki bölgelerden kendisine “iltihaklar” beklenebilecek gözde bir hedef niteliği taşımaktadır.
Yanlış okumadınız!
Ben önümüzdeki yıllarda ağleb-i ihtimâl Kuzey Irak ve Kuzey Sûriye’nin Türkiye’ye katılmak isteyeceğini tahmîn ediyor ve doğrusunu söylemem gerekirse bundan biraz da tedirginlik duyuyorum. Çünki böyle bir gelişme; başda İran, Yunanistan ve Ermenistan, üstelik bir dizi Batı devleti tarafından istismâr edilerek Türkiye, sanki bu durumu bizzat yaratmış gibi aleyhimize koz olarak kullanılacakdır.
Ankara’nın pozisyonu pek de imrenilecek gibi değil.
Hani “kahır yüzünden lütuf” derler ya, bir de “lütuf yüzünden kahır” var anlaşılan.
Çok mu basitleştirdim?