ABD’nin ismi en bilinen Osmanlı tarihi uzmanlarından Prof. Cornell H. Fleischer akademik hayata adımını atarken, hocası, “Oğlum” demiş, “Ortadoğu çalışacaksan elsine-i selâseyi (Arapça, Farsça ve Osmanlıca’yı) mutlaka ve en iyi biçimde öğreneceksin...”
Osmanlı aydınlarından tarihçi Mustafa Âli ile ilgili hacimli kitabı Tarih Vakfı tarafından yayınlandıktan (1994) sonra bizde de iyi tanınan Prof. Fleischer dilimizi büyük bir yetkinlikle konuşuyor. Bir Türk gibi, aksansız... Doktorasını Chicago Üniversitesi’nde onun yanında yeni tamamlamış bir öğrencisine sordum, Arapça ve Farsçası da Türkçesi kadar mükemmelmiş...
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Prof Fleischer’i, Türk kültürü, dili ve tarihine ömürlerini vermiş öteki 13 bilimadamıyla birlikte, devletin ‘liyakat nişanı’ ile onurlandırdı. Prof. Fleischer diğer nişan tevdi edilenler adına yaptığı konuşmada takdir edilmekten duydukları mutluluğu birkaç kez kullandığı ‘onurlanma’ sözcüğü ile ifade etti.
Devletin en önemli nişanlarından ‘Cumhuriyet nişanı’ ise, ülkesini altı yılı aşkın bir süre (1994-2000 yılları arasında) Ankara’da büyükelçi olarak temsil etmiş olan Carlo Marsili’ye tevcih edildi. Bugün Türkiye ile İtalya arasında diğer bütün AB üyesi ülkelerden daha yakın bir ilişki varsa, bunda en büyük pay, eşi Türk olan Büyükelçi Marsili’ye aittir.
En ön sırada kendilerine ayrılan koltuklarda oturan nişan sahiplerini birkaç sıra geriden izlerken, çoğunu eserlerinden tanıdığım bu kıdemli bilim insanlarının hepimiz üzerinde büyük etkileri olduğunu düşündüm... Yazdıkları eserler ve makalelerle yalnız bizleri kendimiz hakkında bilgilendirmekle kalmadılar, daha önemlisi, Türkiye’yi ve bu topraklarda yaşayanları, içinde yaşadıkları toplumlara en olumlu yönlerimizle tanıttılar...
Salonu dolduran yarısı diplomat ise diğer yarısı sosyal bilimler alanında ün yapmış ülkemizin öndegelen hocaları olan konuklar da en az onlar kadar mutlu görünüyordu. Yabancı bilimadamlarının takdir edilmesinden rahatsızlık duymak bir yana, sanki kendileri nişana lâyık görülmüş gibi bir hissi etrafa yansıtıyorlardı.
Liyakat nişanlarının 1990 yılından günümüze kimlere verildiğini aklıma takınca, şaşırtıcı bir tabloyla karşılaştım. Süleyman Demirel’in Çankaya döneminde bayağı yüklü sayıda yabancıya bu nişanlar verilmiş; özellikle 1998 yılında... Ahmet Necdet Sezer’in cumhurbaşkanı olduğu yedi yıl boyunca tek bir kişi nişana lâyık görülmemiş...
Hayret...
Takdir edilen yabancı dostlara nişan verilmeye yeniden başlanması, Abdullah Gül’ün Çankaya’ya çıkmasından sonra, 2008 yılında, gerçekleşmiş...
Türkiye ve Türkler üzerine çalışan o kadar çok yabancı bilimadamı, dost sayılması gereken siyasetçi ve devlet adamı var ki bu nişanları hak eden... Hasan Bülent Kahraman diplomat kimliği yanında Türk romanına dair doktora tezi de bulunan ve bazı edebi eserlerin mütercimi Robert Finn, Hollandalı tarihçi Eric Jan Zürcher ve Orhan Pamuk’un eserlerini İngilizceye çeviren Maureen Freely’i bir çırpıda sayıverdi...
Benim aklıma da, Türkçe’den Arapçaya pek çok eserin mütercimi olan Kahire Ayn-üş Şems Üniversitesi’nde Osmanlı edebiyatı hocası Prof. Muhammed Harb ile Yaşar Kemal başta olmak üzere pek çok yazarımızı Almanca’ya çeviren Cornelius Bischoff geldi.
Yazımı yazmadan önce, gözlerim kütüphanemin rafları arasında dolaşırken, daha pek çok ismi de hatırladım liyakat nişanı verilebilecek... Her yıl olmuyorsa bile birkaç yılda bir hak edenlere nişan verme bundan böyle ihmal edilmemeli...
2014 yılı ‘Cumhurbaşkanlığı Liyakat Nişanı’na lâyık görülenler: ABD’den Cornell Fleischer, Feroz Ahmed, Julian Raby, Yunanistan’dan Evangelia Balta, Almanya’dan Suraiya Faroqhi, Kanada’dan Feridun Hamdullahpur, Macaristan’dan György Hazai, Hollanda’dan Machiel Kiel, Bosna-Hersek’ten Fehim Nametak, Rusya’dan Dimitry Mihailovic Nasilov, Avusturya’dan Claudia Römer, Japonya’dan Tadashi Suzuki, Tunus’tan Abdüljelil Temimi ve Çin Halk Cumhuriyeti’nden Abudurexiti Yakufu...