Kadına şiddet, reddedilemez bir gerçek, ancak son dönemdeki tartışmalar tam anlamıyla bir kampanyaya dönüştü. Bu kampanyaya baktığımızda kadına şiddeti gündemin en ön sıralarına taşıyanların 3 varsayımı bilinçaltımıza yerleştirmeye çalıştıklarını görüyoruz:
1. Kadına şiddet daha çok bize özgüdür.
2. Kadına şiddet son 10 yılda artmıştır.
3. Kadına şiddetin nedeni yoktur, bazı erkekler kadına kadın olduğu için eziyet etmektedirler.
Masum duran, fakat bilerek seçilmiş olan bu 3 varsayımın hepsi de yanlış. İlkiyle başlarsak kadına şiddet sadece Türkiye’de değil, dünyanın her köşesinde yaygın. Bunun tek başına gelişmişlikle veya eğitimle ilgisi de yok. Örneğin ABD veya Almanya bu konuda Türkiye’den daha iyi bir durumda değil. Merak eden istatistikleri karşılaştırsın.
Kadına şiddetin son 10 yılda arttığı iddiası da yanlış. Kâğıt üzerinde bir artış olduğu doğru, ancak bunun nedeni son 10 yılda erkeklerin canavarlaşması değil, Türkiye’nin istatistik kayıtlarının düzelmeye başlaması. Geçmişte kayıt altına alınmayan pek çok suç Emniyet ve diğer birimlerdeki iyileşmeler sonucunda görünür hale geldi. Bir diğer sebep de kadınların güçlenmesi ve özgürleşmesi. Geçmişte ağzını bile açmasına izin verilmeyen kadınlar bugün yaşadıkları sorunları mahkemeye ve gündeme nispeten daha rahat bir şekilde taşıyabiliyorlar.
Baş sorumlu alkol
Son olarak kadına şiddeti bir erkek hastalığı sayan varsayım da yanlış. Her yıl kaç kadının erkeklerce öldürüldüğünü yazan gazeteler o yıl kaç erkeğin ya da kaç çocuğun öldürüldüğünü yazmıyorlar. Oysa ki öldürülen kadın sayısı erkek sayısından çok daha azdır.
Mesele kadına şiddetten çok şiddettir ve o şiddet de nedensiz değildir. Nedenlerin en başında ise alkol ve diğer kötü alışkanlıklar vardır. Ne yazık ki kadına şiddet kampanyaları düzenleyenler şiddette alkolün rolünü tartışmıyorlar, alkol kullanımı nasıl azaltılır bunun için kampanyalar düzenlemiyorlar. Şiddetin altında yatan diğer nedenler ise sosyal ve ekonomiktir. Ailede, okulda, askerlikte ve hatta iş yerinde şiddet ve baskı ile karşılaşan bireyler şiddeti hanelerine taşımaktadırlar. Söz konusu şiddetin ilk kurbanları ise bireyin kendisiyle birlikte çocukları ve eşleri olmaktadır.
Zayıflayan aile değerleri
Aile içi şiddette çok önemli bir diğer neden ise erozyona uğrayan manevi değerlerdir. Özgürleşme adı altında eşe sadakat ve aileye duyulan sevgi her geçen gün azaltılmaya çalışılmaktadır. Ne yazık ki “kadına şiddet dursun” sloganları atanlar aynı zamanda aile hayatını temellerinden sarsacak kampanyaları da yürütmektedirler. Başka bir deyişle bir yandan şiddete uygun zemin hazırlanmaktadır, diğer taraftan sözde şiddete karşı çıkılmaktadır.
Eğer kadına karşı şiddetin durdurulması konusunda samimi isek sorunun nedenlerini tartışmamız ve söz konusu sebepleri ortadan kaldırmaya gayret etmemiz gerekir. Ancak 8 Mart törenlerinde sıkça gördüğümüz gibi, bir kesim kadına şiddeti siyasete alet etmektedir. Gösterilerde taşınan “kadına şiddet siyasidir” şeklindeki sloganlar ve garip bir şekilde kadına şiddet nedeniyle Hükümet partisinin suçlanması kampanyalardan neyin murat edildiğinin açık kanıtıdır.