Hafta içinde sosyal medyada yine kadın hakları rüzgarı esti. Ama artık kadın hakları tek başına kadın hakları değil, ‘’trans’’ kavramı, tartışmaların omurgası konumunda.
Bu konuya vurgu yapmak maksadıyla geleneksel öğreti üzerinden başlayan eleştirel yapıbozum, hadislere ve en sonrasında ayetlere kadar uzandı. Tam bir hüsrandı yaşadığımız. Zira ayetlerdeki kadın ve erkek kelimelerinin yerlerini değiştirerek yapılan güya şaka (!) hem Müslümanları hem de kutsal kiabımız Kur’anı Kerim’i hedef alan bir istihza seliydi.
Bunun dini inancı olmayan kişiler tarafından yapılması ayrı konu... Lakin bizi asıl yaralayan; kadın-erkek kelimlerinin transferiyle oynayanların bir kısmının ilahiyatçılar olmasıydı. Yine bazıları da tesettürlü hanımlardı. Hemen her fırsata tesettüre dair yorgunluklarını ifade eden bu kişiler, keşke Kur’an ve Hadislerle ilgili böylesi bir alaycılığın içinde figüran olmasaydılar...
Dinin Kitabı bizi zoraki inanmaya çağırmaz...Rabbani teklif, gönüllere, ruha, dimağa, tefekküre dairdir. İnsanları düşünmeye, akletmeye, dünyadaki nimetleri, güzellikleri, kainattaki müthiş harmoniyi seyretmeye ve Yaratıcıyı içimizde hissetmeye davet eder. Ve yine O’nun bahşettiği hidayetle, lütfettiği, ikram ettiği, inayet ettiği haliyle, kulluk bilincini kuşanırız. Bu Allah ile kulu arasındaki ruhani bir iletişimdir.
Hukuk ise toplumsaldır. Yani Allaha inandıktan, kulluk bilincini kuşandıktan sonra, söz gelimi Kur’ân veya Hadislerle ilgili alaycılık yapmak, bizim dini aidiyetimizle ilgili hukuku yaralar, zedeler. Evet, insanlara tahkik etmeyi, sorgulamayı, mutmain oluncaya kadar araştırmayı salık veren Rabbimizdir. Hz.İbrahim’in imani serüveni buna en güzel bir örnektir. Ama kuşkusuz alaycılık, sorgulama veya tahkik etmek değildir...
Postmodern zamanın küresel olarak pompaladığı; kritersizlik, ölçütsüzlük, hatta sınır tanımamazlık, saygısızlık haleti, karmakarışık bir savrulmaya yol açtı. Bir buz kıracağı gibi girdiği yeri lime lime doğrayan, her şeyi ‘’kendince’’, kendine uygun hale getirmek için sürekli bozuma uğratarak, ilkin şekilde,n ardından da içerikten yoksunlaştırdığı körkütük bir saçmalığa götürdü.
Geçtiğimiz asrın düşünce şekli olan modernizmin despotik yargılarından, insanlığı sadece iki şıklı dünyanın sert kamplaşmasına hapseden seçeneksizliğinden sıkılan insanlık, postmodern günleri evvela havadar bir özgürlük yolu ve kendi benliğini önemseyiş olarak satın almıştı. Ama bugün dümdüz bir dünyamız var artık, silüetler, kişiliği ve kimliği oluşturan sınırlar berhava oldu, hiç ummadığımız bir şekilde her şey her şeye, herkes herkese benziyor, hakikat zaman öncesi bir masala döndü ve gerçek neydi karmaşasına mahkum olduk hepimiz. Adeta karnavallardaki güldürücü aynalarla çevrili hale gelen dünyada, gerçeği yitirdik. Evet tüm bu örselenmelere rağmen, mistik arayışı halen bitmedi insanın, ama şeriatsız yani kuralsız, kritersiz kutsallık olamayacağı için – kural vaz etmeyen kutsal değildir çünkü- yoksulluk seviyesinde bir yalnızlık, tekillik, zihni yorgunluk, derin hayal kırıklığı içindedir insan.
Postmodern düşüncenin ‘’transfer merakı’’ ile empati maksatlı ‘’yerine geçme’’ deneyimi, modernizm günlerindeki ‘’bilimsel düşünce’’nin despotik tahtına kurulmuştur. Bir fikrin değerli ve önemli olabilmesi için bilimsel düşünce kriterlerine uygun olması öylesine gerekliydi ki, varoluş sadece duyulara indirgenmişti, ruh ve maneviyat reddedilmişti.
O despotik günlerden sonra, postmodern demlerin transfer ve empati tekliflerini , sevimli ve konuksever bir tavır olarak karşılamıştık. Heyhat, transfer ve empati artık zorunluluk hatta varoluşun şartı konumuna getirilmiştir. Kadın erkeğin yerine geçmeli, erkek kadına evrilmeli, çocuklar yetişkin, yetişkinler çocuk olabilmelidir, hatta postmodern dil, cinsler ve kuşaklar arası transfer zorunluluğunu yeni insani eşitlik olarak tanımlamaya yönelmiştir... Kadının kadın, erkeğinse erkek olması artık neredeyse gericilik, hurafe hatta insan karşıtlığı anlamındadır...
Ayet ve hadislerdeki kadın ve erkek kelimelerinin yerlerinin değiştirilmesi işte bu zihin karmaşasının ürünü. Cinsiyetler arası bu geçişli halin arkeolojisinde, cinsiyet kavramının fıtri değil ama kültürel bir mesele olduğu görüşü yatıyor. Toplumun cinslere adaletsi şekilde farklı görevler yüklediğinin eleştirisinden yola çıkarak kurgulanan ‘’toplumsal cinsiyet’’ teorisi, cinsler arası transfer fikrinin yapı taşlarını döşüyor.
Kadın hakları diyerek başladığımız yürüyüşün, dini naslar üzerinde yapı-bozum oyununu normalleştiren bir çarpılmaya evrildiğini görmek içler acısı...