Evinde oynadığın maçta, bir gol yemiş olmanın getirdiği tedirginlik bulunsa da; netice itibariyle rövanşa açık bir avantajla başlıyorsun. Ama bunu değerlendirmenin yolu, kaçak/hımbıl/korkak futbol değildir. Fener maça; eldeki avantajının büyük bir matah olduğunu sanarak başladı. Anti futbolla direnmeye çalıştı.
İlk maçın başarılı adamı Van der Viel, bu kez kayıptaydı. Her geçen gün fiziği ve yüzü şiştikçe şişen Ozan; profesyonel bir futbolcuya asla yakışmayan kilo fazlasını atamıyor, üstelik hatasıyla takımını daha maçın başında yenik durumuna düşürüyordu. Hiç olmayan ikram penaltıyla ikinci gölü yiyiş; panik duygusunu getirecek diye endişe edilirken, takım biraz olsun toparladı. 25’inci dakikadan itibaren nihayet rakibe sokulmaya başladık. Ama Fernandao ve Salih’in şutları, gitmesi gereken yere gitmedi. Hele Fernando’nun bir şutu vardı ki; o noktada 7 metreden bile büyük koca kaleyi tutturamaması, topu saçma-sapan bir yere göndermesi; kolayın zora dönüşmesiydi.
Bu cılız futbolla, Şampiyonlar Ligi’ne doğru giden değil otoban, patika bile bulamazsın. Dostlar alış-verişte görsün futboluyla, adamı Çarşamba Pazarı’na dahi sokmazlar. Dahası, fazlası lazımdı... İkinci yarı; Emenike’nin direkten dönen şutuyla başlayınca bir anda umutlandık. Gol de fazla gecikmedi. Gol sonrasında da etkiliydik. Mevcut futbolumuzun dahasını, fazlasını sunar duruma geldik. Bu arada, iki penaltı beklentimiz oldu ama; ikisi de zorlama beklentiydi. Devam kararları doğruydu. Hakem kazara bunlardan bireni verse, işin rengi çok daha farklı olurdu ama; insan çoğu kez olacağı önleyemiyor. 3. golü önleyemediği gibi... Üzülmeyelim, F.Bahçe muhteşem oynadı da elendi değil; kaderini belirleyecek güçte olamadığı için elendi.