Tony Blair’in başına geleni görüyor musunuz? ‘Dünyanın en büyük medya patronu’ unvanlı Rupert Murdoch’la başbakanlığı döneminde kurduğu ilişki yüzünden yargı tarafından sorgulandığı yetmezmiş gibi, tam ifadesini verirken mahkeme salonuna giren birinin “Savaş suçlusu, yargılanmalı” sözlü saldırısına uğramasın mı?
Gazetelerde dün Blair’in neye uğradığını şaşırmış fotoğrafı yer alıyordu.
Murdoch ‘dünya medya imparatorluğu’ kuruluşuna kendi ülkesi Avustralya’dan İngiltere’ye adım attığı gün başlamıştı. Kendisine bu imkânı sunan İşçi Partili Tony Blair değildi; Murdoch hiçbir zaman ‘solcu’ olmamıştı ki... Karizmatik Margaret Thatcher kendisine kök söktüren gazetelere hüküm geçiremeyince ideolojik olarak aynı çizgide bulunduğu Murdoch’u Avustralya’dan bulup İngiltere’ye getirmişti...
En çok satan News of the World ile Sun’ı aldı, itibarlı Times ile Sunday Times’ı da onların yanına kattı Murdoch... Sky-TV’yi kurdu... Kablolu yayın yapan BSkyB’nin büyük hisselerini eline geçirdi.
Bunların bir bölümünü ‘muhafazakâr’ Thatcher’indöneminde gerçekleştirdi, bir bölümünü de ‘solcu’ Blair’in...
Hiçbir zaman ‘solcu’ olmamış Murdoch, nereden esmişse esmiş, birdenbire İşçi Partisi’ne şans tanımaya karar vermişti; bütün gazeteleri İşçi Partisi’ni desteklemeye başlayıverdi... 1995 yılında taa Avustralya’ya kadar gitti Tony Blair bunu sağlayabilmek için, sağladı da; karşılığında neler verdiği biliniyor da, kendisi bilmez görünüyor...
Mahkemede, “Ne yapayım, gerçek güç medyaydı, ben de medya patronlarıyla iyi geçirmek zorun-daydım” demiş Blair...
Kulaklarımıza hiç de yabancı gelmeyen bir itiraf bu. Siyasi partiler ve liderleri, ‘gerçek güç’ olduğuna inandıkları medyayla iyi geçinmek uğruna iktidarlarını bizde de paylaşabildi. Şimdi horozlanan bazılarına bakarak medyanın her zaman başkaldırdığını sanmayın; gücün karşısında eğilen iktidarlara patronlarının verdiği tavizle bunların çoğu bir oraya bir buraya savruldu.
İngiltere’de ‘Sun’ gazetesi bir gecede Muhafazakâr Parti destekçiliğinden İşçi Partisi goygoyculuğuna geçtiğinde, bunu yepyeni bir gazeteci kadrosuyla gerçekleştirmemişti Murdoch; Sun bütün ‘gazeteci’ kadrosuyla başka bir partinin politikasına transfer olmuştu.
Başbakan olabilmek için Turgut Özal’ın ailesi fertlerinden yararlanan Mesut Yılmaz’a medyadan arka çıkanlar, kısa süre öncesine kadar ‘Papatyalar’ ve ‘Hasbahçe’ edebiyatıyla yerin dibine batırdıkları Semra Özal’dan bir ‘azize’ portresi çıkartmayı becermişlerdi. Aynı kadro Mesut Yılmaz’dan vazgeçince ‘Leydinin topuk sesleri’ni duyar olmuştu.
Türkiye, İngiltere fark etmiyor...
Hayatının hiçbir döneminde ‘solcu’ olmamış Murdoch’un İşçi Partisi’ni sadece maddi beklentiyle desteklemediği, ‘solcu’ Blair’in ABD’deki Neo-Çılgınlar çizgisinde konuşlanıp ‘Bush’un fino köpeği’ unvanını aldığı 11 Eylül (2001) sonrasının şartlarında ortaya çıktı... Bush ve Blair, hangisinin ‘sağcı’ hangisinin ‘solcu’ olduğu anlaşılamayacak ölçüde birbirine yakın bir ikili oluşturdular Afganistan’a ve Irak’a savaş açılırken...
Arkalarında da, artık hem İngiliz hem de ABD medyasında ‘mutlak güç’ haline gelmiş Rupert Murdoch bulunuyordu.
Şimdilerde Murdoch ve kadrosu, gücü kötüye kullandıkları anlaşıldığı için, yargının nefesini enselerinde hissediyor; Blair de gittiği her yerde tel’in ediliyor.
Kader bu.