İmparatorlukların parçalanması kimi zaman yüzyıllar alır. Ama yine de o parçalanma sürecinin toplumların hafızasına kazıdığı endişeler hep tazedir. Sanki nesilden nesile taşınır ve ortaya çıkan her tehdit algısında yeniden üretilir. Haklılığı ya da doğruluğu bir yana bu endişe, o ülkenin kaderinde daima belirleyici rol oynar.
Demokratikleşme paketinin ardından ortaya çıkan tartışmalara baktığımızda, böyle bir endişenin bir şekilde yeniden mayalandığını, hatta kimi çevrelerin bunun üzerinden siyaset yapma çabasında olduğunu görebiliyoruz.
Siyasetin ve siyasetçinin bu korkuları alıp kendi hesaplaşmalarının bir parçası haline getirmesine yabancı değiliz elbette. Ama meselenin bugün sizlere aktarmak istediğim boyutu bu değil. Çünkü bu endişenin toplumsal hafızadaki yerini dikkatle ve küçümsemeden konuşmak gerekiyor.
Neredeyse her gün bir şekilde birlik ve beraberlikten söz eden bir ülkenin, geçmişin taşıdıklarının yanı sıra, mevcut gelişmelerle ilgili de sorunları olduğunu görmemek, herhalde dünyaya gözüne kapatmak olur.
Burada en temel sorunun, olup bitenin birlik ve beraberliği bozmak bir yana, nasıl perçinlediğini anlatma noktasında olduğu çok açık. Kuşkusuz az önce söz ettiğim siyasi parti ya da benzeri aktörler, gelişmelerin doğru anlaşılmaması yönünde ciddi bir role sahipler. Ama özellikle demokratikleşme paketinin ardından hız kazanan sürecin, toplumun farklı kesimlerine sabırla ve doğru yöntemlerle anlatılması gerekiyor. Bu endişeleri samimi bularak ve tarihsel olarak doğru bir zeminde ele alarak elbette.
Belki bir alıntıyla devam etmek bize yüzyıllık bir muhasebenin kapılarını açabilir:
‘...Rumeli faciasından sonra Türk devletinin çekilişine yar ağladı, hatta zaman zaman ağyar da teessüf ediyor; bunu hep biliyoruz. Lakin ben dün bağrı yananlardan bir gençle görüştüm.
Bu genç samimi ve sıcak bir sesle dedi ki: ...Rumeli’de Türk hakimiyetinin yerine geçen unsurlar hakimiyet sıfatına liyakat kazanamadılar. Devlet Rumeli’ye hakimken Türk’ün esamesi okunmazdı. Bilhassa Arnavut kardeşlerimizin milli faziletleri dillerde destandı.
Türkler mahkumiyetleri zamanındaki tevazulu vaziyetlerini mahkumiyetlerinde muhafaza ettiler. Bugün Rumeli’de bilfiil meydana çıkan netice isbat etti ki Türk bu devletin müslüman unsurlarını birleştirmek için Allah tarafından bir mevhibe imiş. O giderse Arnavutlar, Kürtler, Çerkezler çil yavrusuna dönerlermiş.
Bugün Arnavutlar ne bir ordu, ne bir müessese, ne bir idare şebekesi vücuda getirebiliyorlar. Bir zaman Türk idaresinde ferdi kabiliyetle o kadar büyük adamlar yetiştiren bu unsur, kendi başına kalınca şaşırdı.
...Uyandık, lakin karanlıkda uyandık’ (Hatırlarım, Yahya Kemal Beyatlı, İstanbul Fetih Cemiyeti, s.49-50)
Yahya Kemal’dan yaptığım bu alıntıyı ne zaman okusam, dünün denenmiş, sınanmış ve en acı şekilde sonuçları yaşanmış yollarına; bugün birilerinin ısrarla ve inatla giriyor olmasından tarifsiz bir endişe duyarım.
Türkiye, kendi içinde boğulmak istendiği etnik ve mezhebi girdaplara düşmeden, yeniden ayağa kalkıp güçlü ve istikrarlı biçimde yola devam etmek istiyor. Açıkçacı Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, çok daha kolayını seçmek mümkünken, son derece riskli ve meşakkatli bir yol haritasıyla siyasi hayatını sürdürüyor.
Eğer birileri Türkiye’nin kendileri için hazırladığı bir olma ve güçlü olma fırsatını, yüzyıl öncesinden kalma yanlış macera ve yollarla heba etmek isterse, hepimize yazık olur.
Karanlık değil, aydınlık bir gelecekte uyanmak hepimizin rüyası. Buna gerçekten yakınız. Yeter ki kendi kaderimizi bu ülkenin kaderiyle ortak görmeye devam edelim.