Önce bir tesbit:
Evet, ülkemiz hâlâ bir dizi eksiği ve gediğiyle mâlûl ve ben de eğer bu ülkenin öz mallarından biri olmasam böyle bir ülkede yaşamayı, onun vatandaşı olmayı pek istemezdim.
Fakat ne yapalım ki arabanın port-bagajında daha kullanışlı bir yedek Türkiye yok. Onun için ister istemez elimizdekiyle idâre edeceğiz.
Ama bu arada elimizdekini sıkı bir onarımdan ve bakımdan geçirmemizi yasaklayan da yok!
...mu acabâ?
Hani yasaklamak biraz kör kör parmağım gözüne olacağı için yasaklayan yok ama bir ihtimâl, var gücüyle tekerimize taş koymak isteyen, daha doğrusu isteyenler de mi yok?
Ben bu soruya gönül rahatlığıyla ve tereddüd etmeksizin evet cevâbı veremiyorum.
Neden veremediğimi îzâh etmek üzere önce yukarıki tesbîti biraz detaylandırayım:
Bakınız, onyıllardır Türkiye’nin anasını ağlatan ve sâdece sivil bâzı örgütlenmeler değil ordu içindeki birtakım kaynaklardan da beslenen çeteler, tamâmen değilse bile, önemli ölçüde yokedildi. Kalıntıları ise can havliyle ve Türkiye’yi tümüyle mahvetmek bahasına dahî olsa bir ölüm kalım savaşı veriyorlar.
Versinler bakalım! Göreceğiz sonunda kim kimin mezarı üstünde hora tepecek; onlar mı Türkiye’nin yoksa Türkiye mi onların?
Çünki iş artık müzâkere ve sulh yoluyla hallolunabilecek raddeden çıkdı!
Bu bir savaşdır!
Üstelik öyle bir savaşdır ki bunu zaferle bitiremezse Türkiye bir daha sittin sene belini doğrultamaz!
Tesbitlerimize devâm edelim:
- Finans ve ekonomi sektörleri adam edildi!
- PKK/Kürd Problem Kompleksi bir bütün olarak barışçıl bir çözüm yatağına yöneldi.
- Türkiye müttefiq Batı Âlemi içinde artık o kendi enâyiliği, daha doğrusu yöneticilerinin aczi yüzünden girdiği “Taşralı Yanaşma” rolünden, tam değilse dahî adamakıllı sıyrıldı. Târihinin ve tâlihinin kendisini getirip 950 yıl önce yerleştirdiği ülkenin ve geleneklerinin hakkını vermeğe başladı.
- Ve Türkiye nihâyet YENİDEN hatırladı ki Türkiye sâdece Türkiye değildir! Aynı zamanda Bakû’dur, Kerkük’dür, Haleb’dir, Kosova’dır, Semerkand’dır, Buhâra’dır, Kırım’dır, Ürümçi’dir, Kazan’dır... Ama Merâkeş’dir, Yemen’dir, Bâbü-l-Mendeb’dir de...
İşte bâzı başka devletleri ve işin acı yanı içimizdeki bâzı güç odaklarını fevkalâde rahatsız eden de bu gelişmedir.
Şimdi çoğumuz, yine onyılların beynimizde husûle getirdiği şartlanma ile bu başka devletlerden belki de ilk olarak meselâ Rusya’yı anlıyoruzdur.
Oysa iyi satranç oyunculuklarıyla bilinen Rusların bu gelişmelerden rahatsızlık duyacaklarına ben pek ihtimâl vermiyorum.
Niye olsunlar ki?
Rusya, çoğu eski SSCB’nin sınırları içinde bulunan bu bölgelerde nüfûzunun, azalarak da olsa devâm edeceğini biliyor. Kendinden boşalan yeri ise meselâ bir Amerika’nın yâhut bir Çin’in, hattâ bir İsrâil’in doldurmasındansa bir Türkiye’nin doldurmasını tercîh etmez mi sizce de?
Bugün eğer Moskova ve Ankara’daki kapalı kapılar ardında az sayıda birkaç kişi oturup uzun uzadıya 21. Yüzyıl’daki bir Türk-Rus ittifâkının hangi temellere dayanacağını belirlemeğe çalışmıyorlarsa ben çok şaşarım.
Bu bakımdan şu sıralar burnumuzun direğini sızlatan kadavra kokusu aynı zamanda bir doğum sancısının da habercisidir gibi geliyor bana.
Bu konu bu kadarla bitmez.
Devâm edeceğim!
Ve bu bir tehdid değil bir vaaddir!
Ne diyor hep Çetin Altan Ağabeyimiz:
Enseyi karartmayın!
Benzinizi de sarartmayın!